Yağmurlu bir İstanbul gününe uyandık bir Salı sabahı...
Sanki koca şehir Beşiktaş'a yapılanlara ağlıyor...
Öyle hüzünlü kasvetli...
Brahms'ın Symphony No.3 - Poco Allegretto'su ile sakin bir yazı yazmaya çalışıyorum.
Bir gün önceki maç ile ilgili....
'Futbol asla futbol değildir' demiş Simon Kuper...
Yaşımız büyüdükçe bunu daha iyi anlıyoruz.
Efendim malumunuz yaş 30...
Yolun yarısına 5 var.
Ancak kendimi bildim bileli geçen her yılda...
Bir şeyi çok iyi gördüm ki Beşiktaş'a müdahele edilmediği sene yok.
Ya hakem oyunları, ya tv ekranlarındaki manipülasyonlar ya da TFF kararları ile.
Ne yapalım, böyle işte Beşiktaşlı'nın macerası...
İnadına şampiyon olmak inadına hayatta kalmaktır Beşiktaşlı'nın zikri
Brahms'ın eşsiz notaları kadar hüzünlü ancak bir o kadar da dik olmaktır.
Antalyaspor maçı sonrasında baktım herkes takımın oyununu yerin dibine sokmuş.
Ben maçı ilk yarı ve ikinci yarı olarak değerlendirmek istiyorum.
İlk yarı isteyen bir Beşiktaş vardı sahada. Olcay, Veli, Gökhan Töre ve Manuel Fernandes gibi önemli isimleri formsuzken dahi rakibine üstünlük kuran bir Beşiktaş vardı. Gol olmayınca ikinci yarıya kaldı iş.
İkinci yarıda ise Beşiktaşlı futbolcular ardı ardına uyuyunca tabela 2-0 Antalyaspor'un lehine döndü.
Beşiktaş'ta paldır küldür hücum etmesine alıştığımız Samet Aybaba, Antalyaspor'u kontraatak futbolu ile oynattı. Beşiktaş savunmasını açık alanda yakaladığı an hızlı ayaklarıyla gole gideceğini biliyordu çünkü.
Beşiktaş bu ardı ardına gelen iki golden sonra çöktü.
Yazının başında anlattığım sebeplerdir işte bu çöküşü sağlayan...
Çünkü Beşiktaş direncin ve isyanın takımıdır.
Öyle şeyler yaşandı ki takımın direnci kırıldı.
Şimdi görev Önder Özen'e ve Slaven Bilic'e düşüyor.
Bu takım ayağa kalkmalı ve bir an önce isyan etmeli.
Brahms'ın notaları ile değil Wagner'in coşkusuyla.
Eray Emin Aydemir
twitter: https://twitter.com/ErayEAydemir