Sonra... Konuştu... Ancak tv ekranlarında, patlayan flaşların o parlak ışığı altında değil, işi olan yerde, sahada konuştu... Kartallar’ı tarihlerinde ilk kez UEFA’da çeyrek finale uçurdu. 100. kuruluş yılında Süper Lig’in zirvesine kuruldu. Şampiyon Beşiktaş ve dümende oturan adam Mircea Lucescu... Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı, hayatını, yani futbolu anlattı. İşte onun ağzından Siyah-Beyaz günlerin gökkuşağı kadar rengarenk öyküsü...
Söze Sarı-Kırmızılı günlerden başlıyoruz... Yer Olimpiyat Stadı, rakip Roma... Galatasaray kazansa, tarihinde ikinci kez Devler Ligi’nde çeyrek finale çıkacaktı. İşte o maçın öncesi ve sonrası:
“Bir önceki kadromu bozmamıştım. Maç öncesi yaptığım toplantıda oyuncularıma maçın nasıl geçeceğini dakika dakika anlatmıştım. Pozisyon kaybeden, oynadığı pozisyonu kabul etmeyen, kendini güçsüz hisseden tüm futbolcularımı biliyordum. Çünkü psikolojilerini teker teker analiz etmiş, durumlarını anlamıştım. Onlara, galip gelmemiz halinde neler kazanacağımızı anlattım, ardından da uyardım: ‘Kazanırsak hemen gidip ellerini sıkmayın, tebrik etmeyin!’ Çünkü iki takım için de hayati önem taşıyan bir maçtı. Böyle bir durumda oyuncularımı değişik reaksiyonlara hazır tutmam gerektiğini biliyordum.”
“Maç 1-1 bittiğinde Capello delirmişti.
Yaptıkları gerçekten ayıptı. Eser’i saçından tutup çekmişti. Orta sahaya gittik, onların içeri girmesini bekledik. O an, Şampiyonlar Ligi’nde gruptan
çıkamayacağımızı hissetmiştim. Çünkü UEFA bize o Hollandalı’yı göndermişti! (Hakem Temmink’i kastediyor...)
Çeyrek finali kaybettik. Sonrasında
pazarlıklar başladı. Barcelona maçından önce tam iki saat boyunca avukatlarla pazarlık yaptık, Galatasaray’a iki yıl ceza verilmemesi için... Roma’da
o olaylar yaşanmasa kesinlikle yarı finaldeydik.”
Ardından Cim Bom’dan gönderiliş hikayesine dalıyoruz ve soruyoruz: “Özhan Canaydın’a ‘Lütfen
beni kovma başkan’ dediğiniz iddia edildi. Bu, doğru mu?
“Sayın Özhan Canaydın’la geçen diyalog aramızda kaldı. Bu konuya bir daha dönmek ve
hatırlamak istemiyorum. Çok şey yazıldı, ama enteresan bir şey yok ortada.”
Ve 2002-2003 sezonu başlıyor. O, Beşiktaş’ın başında... En büyük
rakibi, bir önceki sene şampiyon yaptığı Galatasaray. Bir onları, bir de kendi takımını tartıya çıkartıyor...
“Galatasaray’ın transferleri aslında
iyiydi. Felipe, gerçekten kaliteli bir oyuncuydu. Bunun yanında Milan’dan gelen Sarr da genç ve çok yetenekli bir futbolcuydu. Christian veya Felipe
ile Pancu’yu karşılaştırınca, kimse Pancu’nun ağır basacağını düşünmüyordu. İtiraf edeyim; doğrusu ben de beklemiyordum. Pancu’nun iyi bir futbolcu
olduğunu biliyordum, ama bu kadar iyi olacağını tahmin etmiyordum.”
..Ve son üç sezona damgasını vuran bir konuya geliyoruz sonra. Yani
İmparatorluk davasına... Gerçi Luce, daha önce yine bize söylemişti, ‘İmparator değilim, işçiyim’ diye... Ancak bir kez daha sormak gerekiyordu şimdi.
Çünkü bu sezon zirvede kendisi, altında Terim var...
“En büyük hata polemiğe girmektir... Ben ve Fatih Terim, bu tür tuzaklara düşmeyecek kadar
akıllıyız. Her ikimiz de görevlerimizi nasıl yapacağımızı biliyoruz. Hiçbir teknik adam birbirine benzemez. Kapılar bile gözlerin imajıyla açılır. Ali
Sami Yen’de ben misafirdim, gittim ve elini sıktım. Orada kendisiyle bir araya gelmiştik. İnönü’de ise evsahibi bendim, ama Terim gelmedi.”
100. Kuruluş Yılı... Ligin zirvesi Siyah-Beyaz olmasa yer yerinden oynayacak. Çünkü bir asrın geride bırakıldığı dönemde tam 7 sezonluk bir de
özlem var. Ateşten gömleği giyecek gelecek teknik adam... Nasıl kabul ettin Beşiktaş’ı diyoruz...
“Türkiye’de kalmam, mesleğimi icra edebilmem ve
Galatasaray’dan faydalanan bir insan olup olmadığımı gösterebilmem için Beşiktaş’a geldim. Burası, mesleğimi en iyi şartlarda yapabileceğime inandığım
kulüptü. Ben, portakalı sıkarak posasını atmak gibi bir duruma düşmek istemiyordum. Anlayacağınız, Galatasaray’dan faydalanarak Beşiktaş’ın kapısını
aralamadığımı göstermeliydim. Amerikalılar’ın yaptığı gibi yapamazdım, ‘kullan ve at’ mantığını uygulayamazdım.”
Beşiktaş ile iki sezon
rakipti... Gözlemleri vardı. Florya’da çalışırken Kartal yuvasını da analiz etmişti.
“Beşiktaş tecrübesiz bir takımdı. Ben de bu nedenle amatör
davranışlarımdan hiç vazgeçmedim. Üç senedir Beşiktaş’ı izliyordum. Hep çok iyi başlayıp gerisini getiremiyorlardı. Hele hele geçen sene oynadıkları
bir kupa finali var ki... Kocaelispor’a 4-0 kaybetmişlerdi. Bunun ilk ve tek nedeni; tecrübesizlikti. Tecrübeniz yoksa ister istemez ilerleyen
dönemlerde düşüş yaşarsınız. Beşiktaş, son dönemlerde İstanbul’un üçüncü takımı olarak gösteriliyordu. Ancak şimdi onlarla aynı seviyeye geldi. Neden
mi? Bizi tetikleyen olay, Mondragon davasıydı... Onu bir rakipten koparmayı düşünmek bile değişimin göstergesiydi. Bu, bugünlere uzanan yolun ilk
adımıydı.”
Serdar Bilgili ve yönetimi... Kendisinin en büyük destekçileri... Peki, bu başarıda onların payı neydi?
“Beşiktaş’ın başında
çok genç ve başarılı bir yönetim var. Gelecekte çok daha büyük işler başarabilirler. Finansta çok dikkatliler. Primlerin, maaşların ve diğer
ücretlerin zamanında ödenmesi bana göre yönetimin en büyük başarılarından biridir. Bence çok büyük yıldızlar almaktansa, yani medyada yer alabilmek
için imaj yaratmaktansa, yetenekli gençleri ortaya çıkarmak daha iyidir. Galatasaray’da iki sene boyunca bu konu nedeniyle sorun yaşadım. Jardel çok
büyük bir yıldızdı, ama ödeme açısından diğer gruptan ayrıydı. Bu da takım içinde sorun yarattı. Beşiktaş’ta hiç böyle bir sorun yaşamadık. Ödemeler
zamanında yapıldı.”
İmza atıldı, icraat başladı... İlk günlere dönüyoruz...
“Rapid’e gidip Radu ve Pancu’yu uçağa bindirdim, ‘ben bunları
alıyorum’ dedim. Çünkü ikisinin de iyi oyuncu olduğunu biliyordum. Herkes Pancu’nun nasıl bir futbolcu olduğunu gördü. Aslında Radu da iyiydi, ama
Beşiktaş’ta şans bulacağını sanmıyordum. Geçen sene Galatasaray’da oynadığı maçlarda iyi işler yapmıştı. Pancu’nun transferini son dakikada hallettim.
Bazı yöneticilerin halâ ondan yana kuşkuları vardı. İnanamıyordum. Bu iş olmasa, evime dönecektim.”
Kaynak: Fanatik
Karakartal mobil uygulamasıyla spor haberlerine herkesten önce ulaşmak için tıklayın