"Takım olmak ve arkadan tekme"
Cem Dizdar, Fanatik Gazetesi'ndeki yazısında Beşiktaş'ımızda gündem olan konuları değerlendirdi.
Kaynak : Fanatik
Sahi hatırlayan var mı, neydi Beşiktaş?.. Onu her taraftarın ikinci takımı yapan neydi? Bir sırrı olmalı geçmişte bu kadar seviliyor olmasının...
Beşiktaş’ın geçmişte bu denli sempati toplamasının nedeni kanımca bugünlerde futbol tartışmalarının amentüsü olan ‘takım olma’ kavramının hakkını veriyor ya da vermeye çalışıyor olmasıydı.
Gözünü Ricardo Quaresma’nın trivelalarına dikmiş kalabalıklar için bugünün Ekrem Hayyam Dağ’ı geçmişin Hüsamettin’i ya da Mutlu’suna denk geliyor herhalde...
Takım olamama sorunu işte tam da burada, futbolu anlama biçimimizde...
O Ekrem Dağ’ı ki orta saha ve hücuma çıkılırken pisi pisine kaptırılan toplar Beşiktaş kalesinde tehlike yaratmasın diye ciğerini parçalarcasına koşan biri..
Yani bir başka deyişle bugünün bakış açısıyla düşünürsek ‘geçmiş Beşiktaş’taki Hüsamettin ile Mutlu, bugünün Ekrem Dağ’ıdır...
Nedense Quaresma’nın ‘yaptıklarını’ görüp ballandıra ballandıra anlatmaya alışmış zihinler Ekrem Dağ’ın hep ‘yapamadıklarından’ söz etme eğilimindedir.
Oysa takım olma ve buna bağlı başarı trivela kadar Ekrem Dağ’ın koşularına da bağlıdır.
İşte bunun tersinden düşünen algıda Quaresma’nın geçen sezon ligin en çok isabetsiz şut atan oyuncusu olduğu gerçeğini akılda tutma ısrarı yoktur. Bu algıdır esasen ‘takım olma’ beceresinden Beşiktaş’ı yoksun kılan...
‘Yıldız futbolcu’ ile ‘gayretli futbolcu’ arasındaki o incecik çizgide ağırlığını ‘yıldız’dan yana koyup ‘gayreti’ küçümseyen bu taraftar algısında...
Kuşkusuz ki Quaresma maharetli futbolcudur, en azından benim bundan şüphem yok. Ama takım olmak için ‘maharet’ yeterli değildir.
‘Beşiktaşlı olmak’ için bütün bunlardan daha önemli bir başka şey daha var. Rakibine arkadan tekme attıktan sonra taraftarı tavlama girişimi olarak ‘forma öpme ucuzluğu’na girişen birine gösterilen haksız teveccüh!
Bizim öğrendiğimiz şuydu; Beşiktaşlı tekme atmaz hele ki arkadan...
Bu tavrın eleştirisi yapılmadan, ‘yıldız’ ile ‘gayretli’ arasındaki denge eşitlik ilkesine bağlı olarak kurulmadan, formayı terleten herkesin saygıyı hak ettiği akılda tutulmadan ‘takım olunamaz...’ Unutmayalım ki, takım olmak tribünden başlar...
Yoksa, Pascal Nouma ile başlayan ‘şöhretli karaktere tapınma’ illeti bütün değerleri tuzbuz ederken ‘takım ruhu’ndan söz etmek olmayacak duaya amin demek gibidir...
Kı(v)rılma anı!
Televizyoncuların ürettiği tuhaf kavramlar futbolu da hayatı da anlamamızı güçleştiriyor. Bunlardan biri de şu ünlü ‘kırılma anı.’ Evet o dakika mutlak önemlidir ama peki ya ondan sonraki ya da daha basit yapılan/yapılamayanlar? Onların hiç mi sonucu belirlemede etkisi yok?
Hayatı da futbolu da anlamayı bu ‘bir tek şey’e indirgeyen bakış açısı kafamızı karıştırıyor, zihnimizi bulandırıyor. O nedenle ‘hakem hatası’ futbolcu ya da teknik direktör hatasından daha önemliymiş gibi algılanıyor.
Şimdi düşünün Fenerbahçe-Manisa maçında ‘kırılma anı’ Semih’in vurduğu ve üst direkten dönen top olarak gösteriliyor. O gol olsa maç dönermiş. Doğru, dönebilirdi. Ama ya Manisalı Klukovski’nin 10. dakikada sakatlanıp çıkması? Yani Manisa’nın hocası Kemal Özdeş’in bütün planları bozulduysa bu sakatlıkla? Ya Özdeş oyuna sokmak zorunda kaldığı Ferhat’ı daha başka bir zamanda ve başka bir yerde kullanarak ‘işi bitirmeyi’ planlamışsa?
Futbol ihtimaller üzerinden anlaşılmaya çalışılırsa yapısal olan problemler ‘görünmez hale gelir.’ O nedenle önerim bir maçı önü sonu, başı ve bitişiyle anlamaya gayret etmektir.
Karakartal mobil uygulamasıyla spor haberlerine herkesten önce ulaşmak için tıklayın
En çok okunan haberler
AVRUPA'DAN FUTBOL