Milliyet yazarı Atilla Gökçe, değerli büyüğümüz Süleyman Seba'nın ardından köşesinde oldukça duygusal bir yazı kaleme aldı. Süleyman Seba'yı anlatan Gökçe, kişisel acısını da satırlarına döktü.
İşte o satırlar;
"Olanı biteni ben gördüm. Kesinlikle siz de gördünüz.
Dün gece hayatın ve sporun bütün renkleri soldu.
Süleyman Abi, her fani gibi ölümü tattı.
Tanrı, O’nu yanına çağırdı.
Ayrışmalar, çatışmalar, kavgalar ve çekişmelerle çekilmez ve yaşanmaz hale gelen hayatımızda, duruşuyla, tavrıyla, onuruyla, masumiyetiyle, saygısı ve sevgisiyle hepimizin içini ısıtan, beyefendiliğiyle gönül ferahlıkları sunan Süleyman Abi, sıkıntılı ve güzel ülkemizde herkesin “BİZ” diyebileceği bir adamdı.
Öncelikle insanlığı, örnekliği hepimize verilmiş bir ödüldü.
Eşsiz bir sporcuydu, sportmendi, centilmendi.
Doksanlı yıllarda Beşiktaş’ın esip gürlediği, duble yaptığı, Trabzonspor’u yenip Kupa’yı aldıkları gece, İzmir’de maç dönüşü Trabzonsporluları ayakta karşılamış, “Beyler lütfen inanın,” demişti.”Bu Kupa’yı kazandığımız için sevinemiyorum. Biz zaten ligde şampiyon olmuşuz. Aynı mutluluğu Kupa’da da sizin yaşamanız çok daha şık olurdu. Çok üzgünüm!” diyebilmişti.
En başta Mehmet Ali Yılmaz, bütün oradaki Trabzonlular Süleyman Abi’nin elini öperek kucaklaştılar. Futbol alanında tanık olduğum en dost geceydi.
Bir Galatasaray galibiyetiyle gelen şampiyonluktan sonra futbolcularına haber göndermiş, “Rakibimizin göz yaşı döktüğü gece biz eğlenemeyiz. Bir kaç gün sabredin!” diyerek kutlamaları yasaklamıştı.
Asla popülizm yapmadı. Taraftar yağcılığına sapmadı. Futbol dünyamızın en yumuşak, en sıcak kalpli adamı, ilkeleriyle buz gibi soğuk ve dimdik durdu.
İslam (Çupi) Ağabey’in en sevdiği, en çok saygı duyduğu, sohbetinden keyif aldığı sofra arkadaşıydı.
Hayatını Beşiktaş’a adamış, bu yüzden kendi ifadesiyle “evde” kalmıştı. Bekardı. Ama O’nun da aşk fırtınalarıyla yorgun bir yüreği vardı. Bir gün evinde, 1950’li yıllarda Paris’ten gönderilmiş, güzel bir genç kızın “Canım Süleymanım’a” diyen sevgi satırlarıyla imzalanmış Leyla Enver fotoğrafı görmüştüm. Süleyman Abi o fotoğrafı elimden kaptı, elleri titriyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu... Parmağını dudaklarına götürüp “susmamı” istedi.
O masum ve duygulu adama saygım bir kat daha arttı.
Beşiktaşlılar, evet onu seviyorlar ama hırslarını, öfkelerini ve duygularını sürekli aklıyla frenleyen Başkan’a zaman zaman seslerini yükselterek bağırıyorlardı.
Elbette kalbi kırıldı. Ama hastanın penceresinden baktığında yeşil çimenler atılmış binlerce siyah-beyaz atkıyı görünce mutlulukla gülümsedi, huzurla göz yaşlarını bıraktı.
Onu sevmeyen, ona kızan, onun aleyhine demeç veren başka kulüp yöneticileri var mıydı? Ben bilmiyorum. Görmedim.
Türkiye’nin tüm insanlarına, tüm sporseverlerine, yöneticilerine örnek miraslar bıraktı.
Umarım ve dilerim ki hasta yatağındaki en büyük ıstırabının kavgaya dönüşmüş rekabet olduğunu nihayet onun ölümüyle hatırlayıp kabul ederek barışırlar. Süleyman Abi’nin vasiyeti kabul edip birbirlerine el uzatırlar. Çünkü o herkese elini uzattı. Sevgiyle, saygıyla, dostlukla, güleryüzle.
Formalar ve renkler bu yüzden soldu işte!"
Karakartal mobil uygulamasıyla spor haberlerine herkesten önce ulaşmak için tıklayın