Avustralya'da başlayıp ay yıldızlı formaya kadar uzanan zorlu bir hikâyenin öznesi var karşınızda.
Gözlerinin içi gülen, samimi, sempatik ve açık sözlü bir oyuncu. Türkiye'ye gelmek için 16 yaşında yaptığı ilk girişim başarısızlığa da uğrasa, sonrasında çaldığı pek çok kapı yüzüne de kapansa, geçirdiği iki büyük sakatlık nedeniyle 1.5 yıl sahalardan uzak da kalsa ailesinin de verdiği büyük destekle ayakta kalmayı başardı.
Beşiktaş ile şampiyonluk kovalayan, Millî Takım'la bir mucizeye imza atmak üzere yola çıkan başarılı savunma oyuncusu, hikâyesini, futbola bakışını ve beklentilerini TamSaha'ya anlattı.
Ailenin Avustralya'ya göç edişinden ve senin futbolla tanışma hikâyenden başlayalım...
Benim hikâyemden bir kitap yazılabilir aslında. Ailemin Avustralya'ya gidişi oldukça eskiye dayanıyor. İlk olarak
dedelerim Sakarya'dan Avustralya'ya göç etmiş. Annemle babam da orada tanışıp evlenmiş. Şimdi her ikisi de emekli. 18 yaşında bir kız kardeşim var.
Futbola 9 yaşında başladım. Sokaktaki arkadaşlarım bir takıma yazılınca ben de onlara katılmak istedim. Annem ve babam da izin verdi. Dört yıl
kadar öylesine oynadım ama yaşınız bir noktaya gelince şunun farkına varıyorsunuz, "Önünüzde iki yol var. Ya futbolcu olmayı tercih edeceksiniz ya da
okulu." Ben futbol oynamayı seçtim ve buna odaklandım.
16 yaşındayken Türkiye'ye geldim. Gençlerbirliği'nde 1 ay denendim ama olmadı.
Oradan Sakaryaspor'un PAF takımına geçtim. 6 ay antrenmanlara çıktım ama yaşım küçük olduğu için FIFA kuralları gereği bana lisans çıkartamıyorlardı.
Kurallara göre ailemin de yanımda olması gerekiyordu. Ailem buna razı oldu ama ben istemedim. Avustralya'daki düzenlerini bozmaları bana çok doğru
gelmemişti. 9 ay süren bu ilk Türkiye maceramın ardından yeniden Avustralya'ya döndüm. 1yıl daha orada oynadıktan sonra Ersun Hoca beni keşfetti.
O keşiften söz edelim biraz. Seni Avustralya'da mı buldu Ersun Hoca?
Avustralya Ümit Millî Takımı'nda oynuyordum ve İngiltere'de düzenlenen bir turnuvaya katılmıştık. O takımın kaptanlığını yapıyordum. Ersun Hocanın scout ekibi beni izlemiş. Sonra görüştük ve Manisaspor'un teklifini ilettiler, "Eğer kabul edersen yarın uçağa bin git" dediler. Ailemle görüştüm ve teklifi kabul edip Manisaspor'a geldim.
Avustralya'da geçirdiğin yılların üzerinde biraz daha duralım. Orada futbolun dışında başka sporlarla da ilgilenmiş miydin?
Avustralya'nın 1 numaralı sporu rugby. Okullarda da çok yaygın olarak oynanıyor. Tabii ben de o yaşlarda rugby oynadım. Ama futbol benim için bambaşka bir şeydi. Futbolun içinde her şey var. Zekâ, teknik, taktik, fizik güç... Rugby benim için sadece okulda oynanan bir oyun olarak kaldı ama futbol, hayatımın merkezi oldu.
Futbola başladığın dönemde bugünleri hayal ediyor muydun?
Aklımdan bile geçmiyordu doğrusu... Düşünsenize, 2002 senesinde Millî Takımımız Dünya Kupası'nda üçüncü olurken ben sokaklarda arabayla dolaşıp korna çalan grubun içinde sevinen bir çocuktum. O dönemde birgün gelip benim de ay-yıldızlı formayı taşıyacağım gibi bir düşünce yoktu aklımın köşesinde. Bugün hiç hayal edemediğim bir noktadayım ve bunun için Allah'a şükrediyorum.
Ailenin futbolcu olman konusundaki desteği nasıldı?
Bana verdikleri destek inanılmazdı. Onlar yanımda olmasaydı bugün burada olmayabilirdim. Zaten şimdi de İstanbul'da benimle birlikte yaşıyorlar ve desteklerini sürdürüyorlar.
Türkiye'de Beşiktaş'a gelene kadar Manisaspor, Elazığspor ve Adanaspor'da forma giydin. Bu üç kulüpte oynarken neler yaşadın? Futbolunun gelişimine en fazla katkı sağlayan kulüp hangisiydi?
Manisaspor'a geldiğimde çok genç bir
oyuncuydum ve öğrenme sürecindeydim. Türkçem de "Merhaba" düzeyindeydi ve bunun zorluklarını da yaşadım. Dolayısıyla fazla forma şansı bulamadım.
Sonrasında takımda hoca değişiklikleri yaşandı ve Yılmaz Vural benimle devam etmek istemedi, "Kendine kulüp bul" dedi. Menajerimle birlikte o dönemde
2 B'de oynayan Bucaspor'a denenmeye gittim. Takım Antalya'da kamptaydı. "İhtiyacımız yok" diye beni istemediler. Bunun üzerine Elazığ'a gittim. Yarım
sezonda 13 maç oynadım ve asıl çıkışımı da Elazığspor'da yaptım. Onlara çok şey borçluyum. Eğer o dönemde Elazığspor beni almasaydı belki bugün Ersan
Gülüm diye bir futbolcu olmayacaktı.
Adanaspor'a transfer olduktan sonra ise iki sezon dolu dolu oynadım. İlk sezonumda ligde kalma
mücadelesi vermiştik. İkinci sezonumda ise play-off oynadık ve benim Türkiye'de geçirdiğim en iyi dönem de o sezon oldu.
Adanaspor'daki performansınla Beşiktaş tarafından kiralandın. O ilk sezonunda hedeflerin ve beklentilerin nelerdi? Beşiktaş'ta kiralık geçirdiğin sezon sana neler kazandırdı?
Açıkçası Beşiktaş'a gelirken nereye geldiğimi, hedeflerimin ne olduğunu hiç bilmiyordum. Adanaspor'la Kartepe'de
kamptaydım. Başkanımız Bayram Akgül "Seni Beşiktaş'a verdim" dediğinde dondum kaldım. Manisaspor'daki ilk maçımız Beşiktaş'a karşıydı. O gün anneme ve
babama, "Bir gün Beşiktaş'ta oynayacağım" demiştim. Aradan yıllar geçtikten sonra başkanım bana, "Seni Beşiktaş'a verdim" dediğinde gözümde o gün
canlandı.
Beşiktaş'a geldiğimde takım tesislerde değildi. O gece bir Avrupa kupası maçı oynamışlardı. Sabah kahvaltıya indiğimde karşımda
Nihat Kahveci'yi, Quaresma'yı, İbrahim Üzülmez'i, İbrahim Toraman'ı, Matteo Ferrari'yi, Guti'yi, Bobo'yu, Nobre'yi gördüm. Televizyonda izlediğim
oyuncularla yan yana kahvaltı yapıyordum. Bir yandan şoke oldum, bir yandan da kendimle gurur duydum. O zaman şunu öğreniyorsunuz, "Ne kadar çalışıp
ne kadar çaba sarf ederseniz o ölçüde bir yerlere gelebiliyorsunuz."
O sezonun ilk yarısında oynama şansı bulsan da sonrasında bir sakatlık problemi yaşadın...
İlk maçıma İBB karşısında çıktım. Hem takım açısından hem de benim açımdan kötü geçen bir maçtı. Çıkışımı ise Ziraat Türkiye Kupası'ndaki Mersin İdman Yurdu maçında yaptım. Sonrasında sürekli forma giymeye başladım ama Trabzonspor'la oynanan kupa maçında talihsiz bir sakatlık yaşadım.
O sakatlık Ocak ayının sonunda yaşandı ve sonrasında yarım sezon oynayamadın. Buna rağmen Beşiktaş sezon sonunda seni bonservisinle transfer etti. Sakat bir oyuncunun transferi çok da alışıldık bir durum değil.
Beşiktaş taraftarı kiralık oynadığım dönemde beni çok sevmişti. Aramızda karşılıklı bir sempati doğmuştu. Kulüp de benden memnundu. Sakatlandıktan sonra bana "Hiç merak etme, senin arkandayız" dediler. Benim kaliteli bir futbolcu olduğuma inanmışlardı. Dolayısıyla yarım sezon oynamamama rağmen sezon sonunda beni transfer ettiler.
Bugüne kadar çalıştığın teknik adamlar arasında sana en fazla katkı sağlayan hangisiydi?
Hepsi diyebilirim.
Ersun Yanal beni Türkiye'ye getiren hocadır. Hiç kimse bende bir şey görmezken o gördü ve transferimi sağladı. Hâlâ karşı karşıya geldiğimizde o
günleri konuşuyoruz. "Hocam bende ne gördün de Türkiye'ye getirdin?" diye soruyorum. O da bana "Senin çalışkan ve kalbi temiz bir oyuncu olduğunu, iyi
bir oyuncu olacağını biliyordum" cevabını veriyor. Gerçekten de Ersun Hocanın öngörüsü doğru çıktı ve ben bugün Millî Takım kampındayım.
Manisaspor'da çalıştığım hocalardan Giray Bulak da beni stopere çeken teknik adamdır. Daha önce sol bek oynuyordum. Onun sayesinde stoper oldum.
Antrenmanlardan sonra beni özel olarak çok çalıştırdı. Şunu da utanmadan söylüyorum, takım çift kale yaparken beni duvara yolluyor, "Git orada
ayaklarını çalıştır" diyordu. O zaman kızıyor ama dediğini de yapıyordum. Şimdi, "İyi ki de Giray Hoca beni duvara yollamış" diyorum.
Adanaspor'da Kemal Kılıç çok iyi bir teknik direktördü. Oyuncularla diyalogu mükemmeldi ve bir aile olmuştuk. Bir takımın başarısı için hocanın
oyuncularla ilişkisinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kemal Hoca, çalıştığı oyuncu grubunu kolej havasına sokabilen bir teknik adamdı. Beşiktaş'ta
ise Schuster bambaşka birisiydi.
Ancak Schuster burada pek de sevilmedi...
Schuster bu yaz Türkiye'deydi ve görüşme
fırsatımız oldu. Türkiye'de anlaşılamaması veya yanlış anlaşılmasının nedeni insanlarla direkt iletişim kuramamasıydı. Bana, "Ersan, Türkiye'de
anlatmaya çalıştıklarım anlaşılmadı. Çünkü ben bir şey söylemeye çalıştım ama o sözlerim Türkçeye çevrildiğinde ortaya bambaşka şeyler çıktı" dedi.
Schuster şurada otursa, siz de yanına gitseniz büyük bir samimiyetle sizinle konuşur. Aslında çok sempatik ve iyi bir insan ama lisan konusundaki
sorunları onu başka birisi olarak tanıttı. Ne yazık ki Türk futbolu onun gibi değerli bir teknik adamı çabuk kaybetti.
Bugün baktığımda
Bilic ile Schuster'in oyun anlayışları birbirine çok benziyor. İkisi de futbolu çok seviyor ve tüm benliğini oyuna katıyor. Onların bu işi severek
yaptığını gördüğünüzde siz de tüm yüreğinizle oyuna katılıyorsunuz.
Beşiktaş'ta çok ciddi sakatlıklar yaşadın ve uzun süre futboldan uzak kaldın. Uzun süreli sakatlıklar ve futboldan uzak kalmak bir futbolcuya neler hissettiriyor?
Bu duyguları kelimelerle anlatabilmek çok zor. İki kere üst üste çapraz bağ sakatlığı geçirmenin nasıl bir şey olduğunu ancak bunu yaşayan çok az sayıda insan bilebilir. Bir anda her şeyin bittiğini zannediyorsunuz. Bizim futboldan başka bildiğimiz hiçbir şey yok ki. "Ya bir daha futbola dönemezsem?" diye düşünüyorsunuz ve "Allah'ım ben şimdi ne olacağım?" diyorsunuz kendi kendinize. Bu sakatlıkları hiç kimsenin yaşamasını istemem.
O dönemde seni ayakta tutan neydi?
Ailem, en başta da annem. İkinci sakatlığımda "Beraber yaşamamız gerek" diye bir karar aldık. Arkadaşlarınız zevkle idman
yapıyor, siz acılar içinde, ayağınız şiş bir durumda yatıyorsunuz. İçinizden hep keşkeler geçiyor. "Keşke o noktada olmasaydım, keşke o pozisyona
girmeseydim..." Ama sonra keşke dememeniz gerektiğini öğreniyorsunuz. "Bunda da bir hayır vardır" diye düşünmeye başlıyorsunuz. Ben belki bu sakatlığı
geçirmeseydim başıma başka bir şey de gelebilirdi. İyi ki de bu sakatlığı yaşamışım. Şimdi kendime çok daha iyi bakıyorum. Bu da bir tecrübe işte.
Zaten tecrübe değiniz şeyi de başınıza gelenlerle mücadele ederek kazanmıyor musunuz?
Evet çok üzüldüm ama bir yandan da seviniyorum. Çünkü
hayata artık daha farklı bakıyorum. Bu 1.5 yıl hayatımın en kötü günleriydi. İyi ki annem, babam ve kardeşim yanımdaydı. Yoksa tek başıma geri
dönemezdim. Onların da verdiği destekle pes etmedim.
Ümit Karan TamSaha'ya verdiği bir röportajında sakat olduğu dönemi oyunu ve oyuncuları izleyerek geçirdiğini ve avantaja dönüştürdüğünü anlatmıştı. Sen de izleyerek öğrenmeye inanıyor musun?
Kesinlikle. Sadece
kendi bölgemdeki oyuncuları değil diğer oyuncuları da izliyor ve bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Geçmişte stoperlerden topu savuşturmaları
istenirken bugün beklentiler değişti. Artık ayak tekniğinizin daha iyi olması, topu oyuna daha iyi sokmanız, arkadaşınız baskı yediğinde ona açı
vermeniz gerekiyor. Oyun artık stoperden başlıyor. Ben de günümüz futbolunun istediği gibi oynamaya çalışıyorum. Bunun için de dünyanın iyi
takımlarındaki stoperlere bakıp onların neler yaptığını izliyorum.
Barcelona'yı zaten başka bir yere koyuyorum. Oradaki oyuncuların dışında
Chelsea'den David Luiz ayak tekniği çok iyi bir oyuncu. Artık bir gömlek yukarıya çıkmak istiyorsanız sizin de böyle özellikleriniz olmalı. O yüzden
Manisaspor'da beni duvarla ayak çalışması yapmaya yollayan Giray Bulak'a bugün teşekkür ediyorum. Genç oyunculara da şunu söylemek isterim, "Hocan
seni duvara karşı çalışmaya yollarsa hiç üzülmeden git ve kendini geliştir!"
Bugüne kadar birlikte oynadığın stoperler arasında seni en çok etkileyen kim oldu?
Beşiktaş'ta çok sayıda stoper gördüm. Egemen abiyle birlikte hiç oynamadım, çünkü ikimiz de sol ayaklı stoperleriz. Ancak onun Beşiktaş'taki performansının çok üst düzeyde olduğunu söyleyebilirim. Beni çok etkilemişti. Sivok da iyi bir stoper. Çok tecrübeli ve usta bir oyuncu. Ne yapacağını, ne yapmayacağını çok iyi biliyor. Aslına bakarsanız birlikte oynadığım her stoperden bir şeyler öğrenmişimdir. Zapotocny, Ferrari ve İbrahim Toraman'la da oynadım. Yan yana oynarken de bana çok yardımcı oldular. Beşiktaş'a geldiğimde 22 yaşındaydım. Schuster her maçta yanımda farklı bir stoper oynattı ve ben bunu hep olumlu buldum. O dönemde hepsinden farklı şeyler öğrendim. Sakatlanmadan önce paldır-küldür her topa giren bir oyuncuydum ama şimdi daha dengeli ve ne yapacağını daha iyi bilen bir oyuncu haline geldim.
Beşiktaş'ta bu sezon başından itibaren daha fazla oynama şansı bulduğunu görüyoruz? Bunu neye bağlıyorsun? Bilic'in seni daha iyi anlaması mı söz konusu yoksa geçen sezonlar futbolunu olgunlaştırdı mı?
Şöyle söyleyeyim, sakatlığı atlattıktan sonra ilk defa ağrı-sızı hissetmeden sağlıklı bir kamp geçirdim. Bu yaz tatil bile yapmadım. İki günde bir tesislere gidip idman yaptım. Kendi kendime, "Artık bir şeyleri geride bırakıp ileriye bakman gerekiyor" diyordum. Sakatlık gerçekten insanın psikolojisini bozabiliyor. Bir yandan insanların benden çok şey beklediğini de biliyor ve o beklentileri karşılayamadığım için üzülüyordum. Yeni bir hoca ve yeni oyuncularla ben de yeni bir sayfa açmam gerektiğine karar verdim, tatilde de çok sıkı çalıştım. Kendi mevkiimde olmasa da oynuyorum. Bilic bana, "Senin kaliteni biliyorum. Ne yapman ve yapmaman gerektiğini biliyorsun. Fazla ileri çıkmanı istemiyorum. Savunmadaki görevlerini yerine getir, gerektiğinde öne de çıkarsın" diyor. Bilic sağlam ve fizik gücü yüksek oyuncuları seviyor. Yıllarca İngiltere'de futbol oynadığı için İngiliz tipi oyuncuları beğeniyor.
Solda oynamak senin için çok zor olmasa gerek. Futbola sol bek olarak başladığını söylemiştin.
Stoper oynamakla sol bek oynamak birbirinden çok farklı. Sol bekliğim 8 yıl öncesinde kaldı. Yıllardır stoper oynamaya alıştım. Stoperde topu aldığımda önüme bakıyordum. Sol bekte ise topu aldığınız zaman bir yanınızda tribün, karşınızda rakip oyuncu var. Baskı geldiğinde topu geriye çekip yana oynamak durumundasınız. Ama oynadıkça ona da alışıyor insan. Bilic oyuncusundan ne alıp ne alamayacağını biliyor. Takıma çok iyi bir sistem oturttu. Beni sol bekte oynatıyorsa ağzımı açmadan işimi yapmaya çalışırım.
Ligimizde seni zorlayan forvetler var mı?
Geçtiğimiz sezon Gekas çok tehlikeli bir oyuncuydu. Çok sinsi ve işini bilen bir forvet. Siz öne çıkarken o topu alıp arkaya sarkabiliyor. Zaten geçen sezonki gol performansı da çok etkileyiciydi. Türk oyunculardan Burak Yılmaz da herkesin bildiği çok kaliteli bir golcü. Bu sezon Emenike de geldi ve o da yine etkileyici ve tehlikeli bir forvet.
Sert ve güçlü bir savunma oyuncususun. Bunun dışında artı ve eksilerini nasıl değerlendiriyorsun?
Oyuncu kaç yaşına gelirse gelsin eksikleri vardır. Benim söyleyebileceğim en önemli eksik, oyuna çok fazla dalmam ve arkadaşlarıma yardım etme konusunda aşırı istekli olmam. Çok fazla yardım etmeye çalıştığınızda bu defa hata oranınız da yükseliyor. Ama ben kendimi geliştirmeye çalışan bir oyuncu olduğum için hep daha fazlasını yapmak istiyorum. İdmanlarda bazen bir şey denemeye çalışırım, olmaz ama yine denerim. Hoca kızar, "Normal oyununu oyna" der, ancak ben yine denerim. Çünkü kendimi geliştirmek için buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Bir noktada kalmak yerine hep üstüne koymak isteyen bir oyuncu olarak bu pratiği geliştirmek zorunda hissediyorum kendimi.
Bir forvet gol attığında ya da bir orta saha oyuncusu gol pası verdiğinde o maçta görevini yapmış sayılabilir ama savunma oyuncuları için durum böyle değil. Dolayısıyla hep oyunun içinde kalmak ve bunun için de fiziksel anlamda hep güçlü olmak zorundasınız. Bunu nasıl sağlıyorsun?
Beslenme ve dinlenme programıma babam bakıyor (gülüyor). Maçtan sonra, "Aman oğlum dinlenmen lâzım, doğru yatağa", ya da maça iki gün kala "Oğlum şunları yemen lâzım" diyerek peşimde dolaşır babam.
Sen de baba sözü dinliyorsun galiba...
Geçirdiğim iki sakatlıktan sonra dinlemeye mecburum (gülüyor).
Duygusal bir insan olduğun izlenimin var. Attığın bir golden sonra ağlaman da çok konuşulmuştu.
Pozitif olmaya, arkadaşlarımı neşelendirmeye çalışan bir
oyuncuyum. Onlarla şakalaşmayı seviyorum. Siz pozitif olunca insanlar da o elektriği alıyor.
Ben bu işi severek yapıyorum. İşinizi keyif
alarak, eğlenerek yaparsanız daha başarılı oluyorsunuz. Bilic de bize bunları söylüyor zaten. O da eski hikâyelerini anlatır, şakalaşırız ve güleriz.
Golden sonra ağlamama gelince; Beşiktaş'taki ilk golümdü. O maçtan önce Kardemir Karabükspor maçında takıma hatalı bir gol yedirmiştim. Taraftardan ve
medyadan büyük tepki almıştım.
Arkasından Gaziantepspor maçında attığım gol beni çok duygulandırdı. Uzun süren bir sakatlık yaşamış, baskı
altında kalmış ve dolmuştum. Ligde Beşiktaş adına attığım ilk goldü ve çok duygulandım. Tribünde oturan babama koştum. O da benim gibi iyi bir
Beşiktaşlı. Kendimi onun yerine koydum. Benim de oğlum gol atsaydı onunla nasıl gururlanacağımı düşündüm ve ağladım.
Sezon başında Malaga'ya transfer olacağınla ilgili çok sayıda haber okuduk. Neydi bu işin aslı?
Haberler doğruydu. Malaga Schuster'le anlaştıktan
bir hafta sonra telefonda konuştuk, bana, "Bir hafta sonra İstanbul'a geleceğim, görüşelim" dedi. Geldiğinde görüştük. Malaga'yı anlatmaya başlayınca,
"Bana Malaga'yı ya da kendini anlatmana gerek yok. Ben senin olduğun her yere gelirim. Yeter ki Beşiktaş yönetimiyle görüşüp anlaşın" dedim.
Schuster beni Beşiktaş'ta oynatan, bana güvenen ve gelişimime katkı sağlayan hoca olduğu için benim de ona sonsuz bir güvenim var. İki-üç gün sonra
Malaga ile temaslar başladı ama bu işin püf noktası herkesin bildiği gibi paradır. Transferde günün sonunda para konuşur. Malaga ile Beşiktaş parada
anlaşamayınca ben de kaldım.
Kaldığın için mutsuz değilsin sanırım...
Kesinlikle değilim. Çünkü Bilic de kalmamı istedi. Başlangıçta bana ne düşündüğümü sorduğunda, "Her oyuncuya kariyeri boyunca böyle fırsatlar çok nadir gelir. İspanya Ligi'nde oynamak, seni çok isteyen bir hocanın takımına gitmek bana cazip geliyor" demiştim. "Haklısın. Futbolculuk kariyerimde benim de böyle kararlar aldığım dönemler oldu" karşılığını verdi. Ben, "Gitsem de kalsam da benim için problem olmaz. Senin gibi bir hocayla çalışmak da beni mutlu eder" deyince, "Ben de senin gitmeni istemiyorum" diye konuştu. Tabii ki böyle durumlar insanın aklını karıştırıyor. Ama bir yandan da Schuster'in beni bu kadar çok istemesi özgüvenimi artırdı. Özgüveni yüksek bir oyuncuyu da kimse tutamaz.
Geçtiğimiz sezon çok sayıda gol atan ve buna karşılık da yine çok sayıda gol yiyen ama müthiş heyecan veren bir Beşiktaş izledik. Bu sezon Bilic'in gelmesiyle Beşiktaş'ta yaşanan temel değişiklikler ne sana göre?
Sahada hemen hemen aynı oyuncular var ama temel fark kontrollü oyun. Geçtiğimiz sezon hep birlikte paldır-küldür saldırıyorduk.
Topun geri dönüşlerinde iki stoperle bir de Veli kalıyorduk geride. Tamam, çok gol atıyorduk ama bu oyun tarzı çok da gol yememize neden oluyordu.
Yine de insanlara keyif veren bir tarzımız vardı.
Doğruyu söylemek gerekirse feda sezonunda üçüncü olmamızı da küçümsememek gerekiyor. O
sezon yepyeni bir Beşiktaş'la sağlam bir temelin üzerine oturduk. Bu sezon ise birkaç nokta transferle yola devam ediyoruz. Biliç de geçtiğimiz sezon
olduğu gibi hücum ederken çılgın bir Beşiktaş istiyor aslında. Ama önemli fark şu; aynı zamanda çok sağlam defans yapan bir takım olmamızı da
istiyor.
Yaz dönemini neredeyse sırf defans çalışmasıyla geçirdik. Ve bunun sonuçlarını da aldık. Siz de görüyorsunuz, çok az gol yiyen,
çok az pozisyon veren bir Beşiktaş var sahada. Şimdi sağ bek ileriye çıktığında sol bek kalıyor. Oğuzhan öne çıktığında Manuel onun arkasındaki
boşluğu dolduruyor. Futbolda sistem de gerekiyor yani.
Bilic Türk futbolseverlerin yakından tanıdığı ve ilgi gösterdiği bir teknik adam. Bize onun oyuncularla ilişkileri hakkında neler söylersin?
İngilizcem iyi olduğu için benimle diyalogları da çok iyi. Bilic
oyuncularıyla şakalaşmayı, onlara takılmayı seven bir teknik adam. Millî Takım'a çağrıldığımı öğrendiğinde, "Sol bek oynarken nasıl seçildin?" diye
takıldı bana da... Bunlar çok güzel şeyler.
Hocanın bütün oyuncularla arası çok iyi. Şunu biliyoruz, eğer iyiysek Bilic bizi oynatır. Zaten
ilk toplantıda da "Ben hepinizi görüyorum. İyi olursanız oynarsınız" demişti. Schuster de böyle bir hocaydı. Onun döneminde 7 haftadan sonra oynamaya
başlamıştım. Ama o 7 haftalık bekleme süresinde hiç ağzımı açmamıştım. Yabancı hocalar da böyle oyuncuları sever.
Bazı Türk oyuncular 1
hafta oynamadıklarında hemen konuşmaya başlıyor. Bu da aslında aleyhlerine oluyor. Oysa siz sesinizi çıkarmadan çalışmaya devam edeceksiniz, hoca sizi
eninde sonunda görecek. Bence Bilic sadece Beşiktaş için değil, Türk futbolu için de büyük bir şans.
Bilic'in oyuncuların kişisel gelişimine ne gibi katkısı var?
Sadece Bilic değil yardımcıları da her detayın üzerinde duruyor. Antrenmanda oyunu sık sık durduruyor ve yapılmasını ya da yapılmamasını istediği şeyleri tek tek anlatıyor. Gördüğü hiçbir yanlışı es geçmiyor ve mutlaka uyarıyor. Başka hocalar hata yaptığını gördüğü oyuncu için, "Bu hafta oynatmayacağım" diye düşünürken, Bilic o hatayı düzeltmek için çaba harcıyor. Bence bunlar önemli farklar. Türkiye'de bütün rakiplere saygı duyan bir hoca. Bence bu da onun artı hanesine yazılması gereken farklardan birisi.
Bilic de futbol oynadığı dönemde stoperdi. Bu senin için bir avantaj sayılabilir mi?
Elbette.... Bize yaşadığı tecrübeleri aktarıyor. Ben hata yaptığında çok üzülen ve kendisini cezalandıran bir oyuncuyum. Bu da konsantrasyon kaybına yol açıyor. Mesela Kayseri Erciyesspor maçında golle sonuçlanan bir hata yaptığımda adeta kahroldum. Bilic maçtan sonra yanıma geldi ve "Ben de senin gibi bir oyuncuydum. Hata yaptığımda tekrar oyuna dönmekte zorlanırdım. Ama futbolda hata yapmak da var. Olanı unut. Zaten takım 4-2 kazandı" dedi.
Trömsö'yü elediniz ama CAS'ın verdiği kararla Avrupa kapıları yüzünüze kapandı. Bu durum size neler hissettirdi? Avrupa'da olmamak ligdeki performansınıza nasıl yansıyacak?
Aslına bakarsanız Trömsö maçına çıkmadan önce böyle bir karar çıkacağını hepimiz biliyorduk. Bugüne kadar CAS'a giden hiçbir karar değişmemiş ki... Zaten bizden bir gün önce Fenerbahçe'nin kararı çıkmıştı. Ama biz o maçı gurur meselesi yapmıştık. Sahaya çıkıyorsanız kazanacaksınız. Taraftarımızın da coşkusu içimizdeki kazanma isteğini artırdı. UEFA Avrupa Ligi'ne gidebilseydik güzel olurdu, gidememek de moralimizi bozmadı. Çünkü beklenen bir sonuçtu bu. Belki de sadece lige yoğunlaşmak bu alandaki başarımızı artıracak. Geçen sezon da Avrupa'ya gidememiş ve ligde iyi bir performans göstermiştik.
Bugün Millî Takım kadrosundasın ancak daha öncesinde Avustralya için de oynamıştın. Holger Osieck'in Avustralya A Millî Takımı'nda oynama davetini geri çevirip Türkiye'yi seçmenin nedenleri nelerdi?
Osieck'ten sonra da beni yine davet ettiler. 2010 Dünya Kupası'na katıldıktan sonra da beni çağırdılar, U20 Dünya Kupası için Türkiye'ye geldiklerinde de teklifte bulundular. Ama şöyle bir şey var, her ne kadar orada doğup büyüsem de annem-babam Türk, ben Türküm, burada oynuyorum, ekmeğimi burada kazanıyorum, babamın hayali de Türk Millî Takımı'nda oynamamdı. Dolayısıyla Türkiye tercihimde hiç zorlanmadım. Avustralya ile tek bağlantım pasaportum. Belki onu da vermezler artık (gülüyor).
Fatih Terim üçüncü kez göreve geldiğinde ilk oluşturduğu kadroya seni de davet etti. Böyle bir daveti bekliyor muydun? Bu çağrı sana neler hissettirdi?
Beşiktaş'tan bana, "Millî Takım için pasaportunu istediler" dedikleri için böyle bir daveti bekliyordum. Açıkçası çok da şaşırmadım. Çünkü Beşiktaş'a transferimden önce Fatih Hoca beni Galatasaray'a istemişti. Demek ki beni beğeniyor diye düşünüyordum. Fatih Terim'le ilk kez Millî Takım kampında çalıştım, çok çok iyi bir hoca. O elektriği, o gücü hissediyorsunuz. Nasıl o kadar büyük başarılar elde ettiğini anlıyorsunuz. Sadece konuşması bile bunları hissetmeniz için yeterli. Eğer biz bu gruptan çıkabilirsek, bunu başarabilecek tek bir hoca var, o da Fatih Terim. Başka kimse bunu başaramaz. Dünyanın en iyi hocası bile bunu yapamaz. Çünkü bu iş artık taktik değil, ruh meselesi. Millî Takım'ın da bu ruhu özlediğini düşünüyorum.
Millî Takım'daki stoper rekabetinde kendi konumunu nasıl görüyorsun?
Semih Kaya, Ömer Toprak ve Aykut Demir çok kaliteli oyuncular. Zaten böyle olmasalar Millî Takım kadrosunda olmazlardı. Burada kimin oynadığının bir önemi yok. Önemli olan hedefe ulaşmak. Eğer bu gruptan çıkmak istiyorsak herkes olumlu davranmalı. "Sen bana şu maçta gol atmıştın, sen bana şu maçta sert girmiştin" gibi düşüncelerin geride bırakılması lâzım. Çünkü burası Millî Takım. Çok farklı bir yer. Artık bizim de bir şeyleri başarmamızın zamanı geldi.
Gelecekle ilgili planlarında neler var?
Biraz özel hayatımdan bahsedeyim... Kısa bir süre önce nişanlandım. İnşallah
önümüzdeki yaz evlenmeyi düşünüyorum. Şu anda her şey benim için çok güzel gidiyor. Futbol hayatımda da sakatlıkları ve kötü günleri geride
bıraktığımı düşünüyorum Allah'a şükür.
Herkesin hayatında kötü gidişler vardır. Ben artık çıkış devrimin geldiğine inanıyorum. Bu da bana
bağlı. Sezona çok iyi başladık ve sonunu da iyi getirmek istiyoruz. Arkadaşlarımızla birlikte başarıya gerçekten de inandık. Bu sezon bize bir
şampiyonluk gerekiyor. Millî Takım'la da Dünya Kupası finallerine gitmeyi yürekten istiyorum. Bir yandan da Avrupa'ya gitme hedefim var. Malaga'nın
teklifi beni çok heveslendirdi. Bana bu hayalimin gerçekleşebileceğini gösterdi.
(Kaynak: TFF)