"Güneş, Beşiktaş'ın Bahri Babası..."

Poyraz Karayel dizisinde fenomen karakter, fanatik Beşiktaş'lı Zülfikar'a can veren kendisi de hasta Beşiktaş'lı olan, tecrübeli oyuncu Celil Nalçakan, çok özel açıklamalarda bulundu.

Bir adam girdi hayatımıza... Yanında siyah-beyaz saçlı, sakallı 'kankası' ile birlikte, kalın bıyıkları, sert bakışları, küresel sermayeye olan öfkesi ile Poyraz Karayel dizisinden çıkıp yanımızdaki masaya oturdu, bizimle bardak boşalttı sanki... Zülfikar diyorlardı ona dizide... Biz de Zülfikar'a hayat veren güzel adamı; Celil Nalçakan'ı misafir etmek istedik sayfalarımıza. Beşiktaş'ta buluştuk ve başladık sohbete...

Klasik bir soruyla başlayalım. Beşiktaşlı olma hikayen nasıldı?

Benim dayım eski topçu. Altınordu'da oynuyormuş. Ben kendimi bildiğim zaman o jübilesini yapmıştı. Kendisi İzmir'deydi, bizimkiler de Sivas'ta. Annemler arıyor, 'Hadi yeğenin oldu' diyorlar. Daha adımı sormadan 'Beşiktaş'lı olacak' diyor. Ondan sonra sürekli bana İzmir'den Beşiktaş formaları yollanıyor, millet daha plastik topla oynarken bana siyah-beyaz toplar, dev posterler geliyor. Ondan sonra da artık hangi takımlı olacaksın? Beşiktaşlı oluyorsun.

Aileden bir baskı gelmedi mi hiç?

Babam Galatasaray'lı. Annem Beşiktaş'lı. Benden 15 yaş küçük olduğu için doğal olarak kardeşim de Beşiktaş'lı ama babam hiç Galatasaray'lı olacaksın diye zorlamadı.

Senin Beşiktaş'lı yaptığın kimse oldu mu peki?

Benden sonra doğanların birçoğunu Beşiktaş'lı yaptım ama; anne ve babaları hasta taraftar değilse. Bir kuzenimin anne ve babası hasta Fenerbahçe'li, onların çocuklarına bulaşmadım haliyle (Gülerek)

Bir de Sivas var, memleket. Orada futbolla ilişkin nasıldı?

Sivas, doğduğumuz memleket... Bizim dönemde futbol biraz farklıydı. Ben ortaokul, lisedeyken futbol, Sivasspor-Kayserispor maçındaki olaylarla anılıyordu. 40 kişinin öldüğü maç... Biz üniversiteyi bitirmek üzereyken şehirde futbol tutulmaya başladı. Zaten Sivasspor 3. Lig'deydi. Ne zaman Sivasspor 2. Lig'e yükseldi o zaman ancak sahası çim oldu. Öncesinde toprak sahaydı. Mecnun Başkan'dan sonra takım biraz palazlanmaya başladı.

BEN KÖTÜ DEĞİLDİM, DİĞERLERİ İYİYDİ

Sivas'tan da eski Beşiktaş'lı Sergen Yalçın geldi geçti...

Ben böyle yeteneğinden muktedir ukala adamları seviyorum. Adam yapmadığı bir şeyi söylemiyor. Zaten yapmış onu... Yaptığı şeyi anlatıyor, anlatırken de tadını çıkarıyor. Kendiyle de eğleniyor. Sergen'in 'Niye Bayern Münih'e gitmedin?' sorusuna verdiği cevap gibi yani... 'Koşmuyorum ki' diyor adam,'Niye alsınlar beni...' (Gülerek)

Çocukken futbol oynar mıydın? Bir röportajında pek beceremediğini itiraf etmiştin...

Çok beceremiyordum... Ya da şöyle söyleyeyim; bizim mahalledekiler çok beceriyordu! Beni de kaleye geçiriyorlardı çünkü en güzel top bendeydi. Topla oynayabilmek için beni de oynatıyorlardı. Ben de bir süre sonra gurur yapmaya başladım, "Alın lan oynayın..." diyordum. Çok üstüne de düşmedim.

Bu kişiliğini de etkilemiş olabilir mi? Çünkü seninle ilgili hep, 'Abilik yapan, kendisinden yardım isteyenlerin yardımına koşan' birisi tanımı yapılıyor.

Gurur yapıyorsun orada aslında abilik yapmıyorsun. Çünkü ağzının ortasına vuruyorlar topu! Aslında bunun meslekle alakası var. Mahallede yan yana kahve ve kültür merkezi vardı. Mahallede top oynayan tayfa sonra maç izlemek için kahveye gidiyor. Ben top oynamadığım için de haliyle kültür merkezine kaydım.

Bir de deden ile çok güzel bir ilişkin var çocukluğunda...

Şimdiki çocukların çok imkanı var. Anaokulu, kreş, bakıcı... 1982'den bahsediyorum. Teknisyen bir baba ile yeni mezun olmuş öğretmen bir annenin çocuğusun. Bir tane ev almışlar ama evin içinde doğru düzgün eşya yok. Bu tabii 'Biz nerelerden geldik..' edebiyatı değil. O dönem şartlar öyle olduğu için öyleydi! Anne baba çalışıyor. Evde dede var. O zaman da işte dede sadece 'dede' olmuyor. Bir süre sonra oyun arkadaşın oluyor. Alıyorsun bir tepsi eline, 'Hadi minibüsçülük oynayalım' diyorsun. 80 yaşında adam arkanda yolcu gibi geliyor. Ne yapsın adam torununu mu kırsın...

BİZİM TARAFTARIN DURUŞU BAŞKA

Bu bağlılık duygusu, senin de parçası olduğun Beşiktaş taraftarında da var. Neler söyleyebilirsin onlarla ilgili?

Tuttuğun tarafı yukarı çıkarırken diğer tarafı gömmemek lazım. Onlar da kendi takımlarına gönül vermişlerdir. Ama bizim tribün, başka bir tribün... Durumu ve duruşu başka. Biz hayatla çok alakalıyız. Siyah-beyaz renklere bile anlam verebiliyoruz; siyah ölüm, beyaz yaşam... Herhangi bir yerde olan herhangi bir mevzu, iyi ya da kötü, bizi zaten ilgilendirmiş oluyor. Van'da deprem olduğu zaman Van'ın bizden çok uzak olması bizi ilgilendirmiyor. Şu olay yanımda oldu; Adamın cebinde 50 lira para, 25 liraya atkı alıyor. O atkıyı sahaya atıcak, onun için alıyor. (Van'da yaşanan deprem sonrası Van halkına destek için Beşiktaş taraftarları sahaya atkılarını atmışlardı)

Sadece futbolla alakalı değiller aslında...

Asla değiller. 'Nükleer'e Hayır' diye kim yazabiliyor? Kutlu Doğum Haftası'nda 'Biz seni görmeden de sevdik ya Resulullah' yazılıyor. Bunlar yekûnlu şeyler. Ucuz şeyler değil. Boyası var, bezi var, vakti var. Saha kapatıldığı zaman kapalı tribün kadar ruhumuz yeter diye pankart yapıldı. Bu birlik duygusu hepimizin en çok arzu ettiği duygu olduğu için, bizi biraz daha kenetlenmiş yapıyor.

Beşiktaş taraftarı, başka takımı tutanların da hep sempati ile baktığı bir topluluk. Bu bir kimlik mi, yoksa kendiliğinden mi gelişti?

Bir kimlik oldu artık. Çarşı'nın kurulma sebebi de bu... Aslında kurulmalık bir durum da yok. Hep birlikte maça gidelim diyenlerden, Köyiçi'nden çıkan bir şey. Öbür tarafından bakınca da artık bir misyon yüklendiği için biraz ona göre davranmaya başlıyoruz.

ŞENOL GÜNEŞ'İN HASTASIYIM

Allah razı olsun... Olimpiyat Stadı'na gitmek eziyet. Zaten stat geçen sene patates tarlası gibiydi. Bir de stat vermiyorlar... Çok net bir şey söyleyeceğim; Eğer aynı şey Fenerbahçe'nin başına gelseydi, biz maç yapsınlar diye İnönü'yü verirdik! Ama maçlara gitmek sizin için bu aralar biraz zor. Statsız, evsiz kaldınız bir anlamda...

Neden vermediler size peki?

Bilmiyoruz efendim artık, orasını da onlara soracaksınız. Biz bu şartlar altında da doğru şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Bu sene de Şenol Güneş'le yükselen bir Beşiktaş var...

Şenol Hoca'nın hastasıyım. Trabzonspor'un başındayken de hastasıydım. Beşiktaş'la da uyumlu oldu. Hak ettiği şeyi vermediler hiçbir zaman. Şenol Güneş denen isim, Milli Takım'ı Dünya 3.'sü yaptı! O zaman bile; 'Karizması yok...' Ya yürü git! Beşiktaş TV'de bir programa katıldık. Orada anlattılar. İlk kez takım, takım oldu diyorlar. Mesela, yemeğe giderken tek tek topçuların telefonlarını topluyormuş. 'Arkadaşınla konuşacaksın, telefonla değil' diyormuş. Terliklerine kadar ilgileniyormuş. Bu önemli ve özel bir şey. Yani Şenol Güneş, Beşiktaş'ın Bahri Babası...

Peki Quaresma desem...

Bak işte hah! Oraya gelelim... Bireysel fikrimi anlatayım. Ben Messi'ciyim abi! Biraz daha doğaldan yana yani... Şimdi Quaresma dediğimiz arkadaş biraz 

şovmen. Başka bir Hoca olsaydı Quaresma'yı kesemezdi takımdan. Bu biraz da 'karizma' meselesi. Üç maçta onu kesersen, ya da onun istediği süreler dışında oynatırsan; 'Sana şimdi ihtiyacım var şimdi oyuna gireceksin' gibi... Adam der ki 'Haaa.. Bir dakika, burada bir durum var' O zaman iyi oynamayı, iyi oynayınca gelen tepkiyi özler. Biraz da oyunculuk gibi aslında...

Nasıl bir benzerlik kurabiliriz mesela?

Zor şartlarda çalışıyoruz. Kendini beraber çalıştığın arkadaşlarından daha yüksekte görürsen, burnun havada olursa hatta senden daha çok çalışanların bile üzerinde bir hegemonya kurmaya çalışırsan; sadece biraz daha yetenekli, güzel veya yakışıklı olduğun için... Bizim sistem de seni geri çeker. Eğer öyle bir yapımcı ya da yönetmene denk gelirsen, 'Gel bakalım arkadaşım. Sen biraz yedek kulübesinde otur' derler adama.

TV'DE FUTBOL ENTRİKASI İÇİN ZAMAN VAR

Peki dizideki o 'abilerimiz' neden Beşiktaş'lı?

Çünkü Beşiktaş'lıyız. Bu kadar basit... (Gülerek) Senaristimiz, yönetmenimiz, uygulayıcı yapımcımız hasta Beşiktaş'lı. Görkem, ben, Ali iyi Beşiktaş'lıyız. Bir tek Musa Abi, Cem ve Emel, Galatasaray'lı. Onlar da 'yükseleni Çarşı' denen tayfa var ya, öyleler. Bizimle beraber gelip maç izliyorlar. Bir Liverpool maçı izledik, Emel'in sesi kısıldı.

Bence bir de şu var. O adamları yolda gördüğümüzde, Beşiktaş'lı olduklarına inanırız. Bu yüzden de Beşiktaş'lı olmaları gayet normal...

Bak mesela, Beşiktaş TV'de bir sabah programına katıldık. Sabah 10'da yayınlanıyor ve günlerden Pazar... Gelen mesajlarda, 'Abi Fenerbahçe'liyim ama sizin için izliyorum', 'Abi biz de Trabzonspor'luyuz, Şenol Hoca için böyle böyle söyledin, sevgimiz daha da arttı' diyorlar. Cevabı orada gizli işte...

Peki neden Türkiye'de futbol dizisi çekilmiyor. Mesela şike süreci gibi önemli bir süreç geçti. Bunun dizisi yapılsa...

İzlemez kimse. Çünkü o entrika bize yakın bir entrika değil. Bir diziyi izletecek bazı parametreler vardır. Bunlardan birisi entrikadır ama daha futbol entrikasına geçmemiz için zaman lazım. Biz hala yenge-kayınbirader entrikasındayız. Futbol entrikası dediğin şey, zeka isteyen bir durum. Ya da Amerikan Başkanlık sistemi ile ilgili dizi yapıyor adamlar, hadi buyur yap! Entrikanın kralı duruyor orada...

Sinema filmini denesek...

Sinema filmi de şu yüzden yapılamaz; çok yekûnlu bir şey. Bir futbol maçını çekmek çok masraflı iş. Yılmaz Erdoğan kaçak çekti işte... Neşeli Hayat'ta terlik giyip stada gittiği sahne var ya. 'Gerilla gibi çektik' diye anlatıyor Yılmaz Abi. Yüzü ufacık görünüyor, oradan bile tanımışlar. Sonra gidip tribüne, "Bakın çekiyoruz, nolur bari tanıdınız oynayın biraz..." demiş. (Gülerek) Zor iş yani ama imkansız mı? Değil.

Sizden böyle bir iş gelir belki?

Bu yaz futbolla alakalı bir senaryo geldi bana ama okuyunca diyorsun ki, 'Biraz daha var. Arzu ettiğimiz şey bu değil.' Ama ben Süleyman Seba'nın hayatının filminin çekilmesini isterim. Topçuların primini vermek için adam evlerinin ikisini ipotek ettiriyor. Düşünsene böyle bir adam var hayatımızda.

'ŞÖHRET DERDİM YOK' DİYEN YALAN SÖYLER

İnsanlar Poyraz Karayel'deki diyalogların geri planını çok merak ediyor. Gerçekten her şey senaryoda yazıyor mu?

Yazıyor. Ethem şahane bir senarist. Arkadaşım diye söylemiyorum; değilken de Suskunlar'ı yazıyordu ve o da mükemmel bir diziydi. Oynamak için alan bırakmak diye bir tabir var. Bazı senaristler, 'Benim senaryomdan harf bile değiştirmeyeceksin' der. Harf bile değiştiremediğin zaman ağzına oturmayan bir şey söylediğinde saçmalarsın. Bizde durum şu; hepimiz normal hayatta da arkadaş olduğumuz için birbirimizi tanıyoruz. Senarist bu yüzden bize senaryosunu emanet edebiliyor. Bazı yerleri değiştirebiliyoruz, ekliyoruz, çıkarıyoruz. Ya da yönetmenimiz rahat bırakıyor sahnelerde. Abarttığımızda müdahale ediyor. Senaryo dediğin şey günlük değil. Mesela atıyorum; senaryo pazartesi gelsin. Biz diğer pazar bir sahne çekiyoruz ama cumartesi de Beşiktaş'ın maçı var ve Sosa muhteşem bir gol atsın. Onu oraya biz bir şekilde yapıştırıyoruz! Seyirci de çarşamba günü izleyince, 'Ulan nasıl ya, gol daha yeni oldu' diyor. Ev ortamı gibi oluyor.
Karakartal'a devam... Karakartal Mobil Uygulamaları