'Evde Beşiktaş konuşulurdu'

Mali İşlerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyemiz Berk Hacıgüzeller, Siyah-Beyaz dünyasını Beşiktaş Dergisi’ne açtı.

Beşiktaş Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serpil Kurtay’ın tüm sorularını içtenlikle yanıtlayan Hacıgüzeller, hem başarı hem kârlılık odaklı idari ve mali politikalarını tüm ayrıntılarıyla sizler için anlattı.

Berk Hacıgüzeller kimdir?

8 Kasım 1966, İstanbul doğumluyum. Çocukluğum Teşvikiye’de geçti. 10 yaşında Anadolu Yakası’na, Suadiye tarafına taşındık. Ailemin tek çocuğuyum. Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunuyum. Londra, Wesminster Üniversitesi’nde Uluslararası İşletmecilik ve Marmara Üniversitesi Yönetim Organizasyon bölümlerinde yüksek lisans çalışması yaptım. Bir uluslararası denetim ve danışmanlık şirketinde mali tabloların denetimi, yönetim ve iç kontrol danışmanlığı, uluslararası vergi ve Türk vergi sistemi konularında çalıştım. Şu anda Trakya Elektrik Üretim ve Ticaret Anonim Şirketi’nde üst düzey yönetici olarak çalışıyorum. Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi Üyesi’yim. Evliyim, 11 yaşında Zeynep isimli bir kızım var.


Beşiktaşlılılığınız nereden geliyor?

Babam Kabataş Erkek Lisesi mezunu ve Beşiktaşlı... Okuldan da Divan Kurulu Eski Başkanımız Oktay Çokyüksel ile sınıf arkadaşı. Liseden sonra başka okullara gidiyorlar ama daha sonra Teşvikiye’de altlı üstlü oturuyorlar. Ben de o evde doğdum, büyüdüm. Kendimi bildim bileli evimizde Beşiktaş konuşulurdu. Bırakın başka bir kulübün taraftarı olmayı, teklif edilip konuşulduğunu bile duymamışımdır. İlk gittiğim maçı hatırlamıyorum, çok küçüktüm ama sürekli babamla Beşiktaş tribünlerindeydim. Milutinoviç zamanını hatırlıyorum. Önceleri Yeni Açık, daha sonraları tek başıma Kapalı derken, Numaralı’dan maç izlemeye başladım.

Beşiktaş’la iç içe büyüyen bir kişi olarak, bu kültürü nasıl anlatırsınız?

Gençlik yıllarım, Beşiktaş’ın şerefli ikincilik, gönüllerin şampiyonluğu dönemlerine denk gelir. Ailenizden, annenizden, babanızdan, akrabalarınızdan duyduğunuz dürüstlük, namus, ahlak, şeref, erdem kavramlarını sokakta, mahallede, arkadaş ortamında Beşiktaş’tan görüyorsunuz. Bu da 1-2 gün değil, aylarca, yıllarca “şerefli ikinciliğin ne demek” olduğunu düşünerek, bir genç çocuğun karakterinin olgunlaşmaya başladığı dönemde, ailesinin dışında başka bir ortamda bu tarz şeylerle karşılaşarak olgunlaşma evresini geçirmesi beni çok etkilemiştir. Daha sonra tabii ki bunun farkını görmüşümdür. Bu nedenle Beşiktaş, benim üzerimde çok önemli etkiye sahiptir. Ben bir tarafta bu süreci yaşarken aslında Beşiktaş da, kendi başına bir tarih yazmıştır. UEFA Kupası’nı kaldırmakla, sporu sadece başarı arzusuyla yaparak, saha sonucuna göre tarih yazmak; Beşiktaş’ın ne kültürüyle ne spor anlayışıyla hiçbir şekilde bağdaşmaz. Beşiktaş, sporu spor ruhu ve başarısı için yapar. “Şerefli ikincilik” gibi sözlerin ortaya çıkma sebepleri ispat edilmek zorunda değildir ama ortaya çıkmışsa da bir sebebi vardır ve Beşiktaş sayesinde çıkmıştır. Bu anlamda Beşiktaş, bence bir tarih yazmıştır. Yeni nesile bu tarz anlayışları örnek gösteren, onların bu konuları konuşmasına olanak sağlayan ve bu sayede bir çeşit eğitim veren bir kulüptür Beşiktaş...

Sizi en çok üzen ve en çok sevindiren maçlar hangileridir?

Denizlispor’la 1-1 kaldığımız maçı, Jurkoviç’in yediği frikik golünü hiç unutamamışımdır. Birkaç arkadaşımla birlikte maçtan sonra karşıya geçecektik ama motora binemedik, orada öylece kalakaldık. İkincisi, çok şaşırdığım, hayretler içerisine düştüğüm bir Malatyaspor maçı ve sonraki olayları vardır, 8-0’lık Ankaragücü maçı vardır. Bunlar aslında taraftarlığı, Beşiktaşlılığı pekiştiren örneklerdir.

Çok üzülmüşümdür. Bir de, Fevzi’nin ayağının altından kaçırdığı, bir anlamda şampiyonluğun da kaçtığı Galatasaray maçı... O sıralarda Londra’daydım, son dakikasını arkadaşım telefonda anlatıyordu. “Fevzi ayağının altından topu kaçırdı” dedi. Ben ihtimal vermedim, korner olmuştur diye düşünürken ekledi; “Gol oldu” diye. İnanamadım. Başka bir arkadaşım arabayı kullanıyordu ama az daha kaza yapacaktık.

En mutlu olduğum maç ise, 15 yıldan sonra şampiyonluğun elde edildiği Eskişehirspor maçı... Sokaklara çıktığımı hatırlıyorum. 2003’te Sergen’in Galatasaray’a attığı golle gelen şampiyonluk maçı... Bir de Fenerbahçe’yi kalecisiz 4-3 yendiğimiz maç... Tarifsiz bir mutluluk yaşamıştım...


Peki, siz yönetici olmaya nasıl karar verdiniz?

2009 yılı içinde Beşiktaş’ta aktif olmaya karar verdim. Beşiktaş Kongresi’nin gerçekten bazı şeyleri göremediğine, fark edemediğine, bazı şeylere dikkat çekilmesi gerektiğine, dikkat edilmesi gereken konuların kongre üyelerine anlatılması gerektiğine karar verdim. Çünkü kongre sisteminin işlemediğini gördüm. Gerek idari gerek mali gerekse de sportif başarı anlamında her geçen yıl, bir önceki yılı aratır hale gelmişti. Kongrenin de bir şekilde buna müdahele etmediğini, ettirilmediğini fark ettim. Ayrıca Beşiktaş Kongre yapısı içinde, öyle kişiler gördük ki; “Kongre salonuna geleceğim, oyumu kullanmayıp, geri döneceğim” diye tepki gösteren, “ibra etmemeyi ahlaksızlıkla eşdeğer tutan” yöneticiler oldu. Demokratik yapılarda “Oyumu kullanmıyorum” diye bir alternatif olamaz. Seçeneklerinizden birine oy kullanmanız, tercihinize göre insanların ders almasını sağlamanız gerekir. Oyunuzu kullanmazsanız faydasız aktör haline gelirsiniz.

Bu da kimseye fayda sağlamaz. Keza, ibra etmemeyi -ki kongrenin ve üyelerin en doğal hakkıdır- ahlaksızlık sayan düşünceyi burada muhatap almam mümkün değildir. İlk olarak, 2009’un Şubat ayındaki mali kongrede tespit ettiğim konuları çıkıp anlatmak istedim. Ve hemen hemen her kongrede camianın gidişattan haberdar olması için çalıştım. Maalesef camiamız bölünmüştü. Ama ben hep şuna inandım; ayrıştırılmış olabiliriz ve bir porselen kırılır, tekrar yapıştırması güç olur, eskisi gibi olmaz ama yapıştırıcı Beşiktaş ise gerisi teferruattır. Hiçbir şeyin izi kalmaz. O nedenle camianın ilk günlerdeki gibi, sporda başarıyla beraber örnek olma düsturuyla tekrar birleşeceğine inanıyorum.

Aktif olmaya karar verdiğinizde yöneticilik hedef miydi?

Hayır, değildi. Yöneticiliği aslında hiç düşünmedim. Fakat kulübün durumunu, mümkün olan en fazla kişiye anlatmayı hedefledim. Bunun ilki de Şubat 2009’daki mali kongre oldu. Ondan sonra birçok kişiden olumlu tepkiler aldım, konuları daha detaylı anlatmam istendi. Hemen hemen her toplantıya gittim. Dilimin döndüğünce, kulübün içinde bulunduğu durumu ve ilerideki potansiyel tehlikeleri tek tek anlatmaya çalıştım. Ta ki 2012 yılının Mart ayına kadar... Sayın Başkanımız Fikret Orman’la dört yıldır tanışıyoruz. Sorunları, düşüncelerimizi, çözüm yollarını çok konuştuk ve dostluğumuz gelişti. 2012’nin Mart ayında kendisi birlikte çalışmak hususunda bana bir teklifte bulundu. Ben de kabul ettim. O ortamda, o şartlarda bunun aksini düşünmek mümkün olamazdı. Beşiktaş’ın kayyuma gideceğinden, bir kişinin ya da grubun himayesine girerek ancak kurtulacağına kadar bir sürü şey söyleniyordu. Kim gelirse gelsin, borçların ödenemeyeceği iddia ediliyordu. “Siz de girmeyin” şeklinde telkinler duydum. Ama Beşiktaş, başkansız, yönetimsiz kalmamalıydı. 2012 Haziran ayındaki Divan Kurulu toplantısında bir sayın üye bizi göstererek şöyle söyledi, “Bu çocuklar bombayı kucaklarında bulmadılar, yerden aldılar” dedi. Bakarsanız hakikaten öyle.

Ve bu bombanın yanından da tesadüfen geçmemişsiniz, dört yıldır bir kurtuluş reçetesini de planlamışsınız gibi bir durum söz konusu değil mi?

Evet, doğru... Gerek mali anlamda gerekse diğer konularda konuşursak projeler hazır. Ne yapacağımızı da biliyoruz. Tek dezavantajımız zamana karşı yarışmak. Çünkü aynı zamanda diğer kulüplerle bir rekabet de yaşanıyor. Bu rekabette Beşiktaş’ın geri durması mümkün değil, durmamalı da zaten. Ayrıca her şeyi bir an önce bitirme gibi tez canlılığımız da var. Projeler tek tek zamanı gelince gündeme alınacak ve umarım istediğimiz sonuçları elde edeceğiz.

Göreve gelirken nasıl bir yol haritası hazırladınız? Bir yanda çözmeniz gereken çok sayıda sorun vardı. Bu sorunlardan öncelikli olanlar hangileriydi?

Birinci önceliğimiz, Beşiktaş’ın eski itibarını geri kazandırmaktı. 1980’li, 1990’lı yıllarda Beşiktaş’ın adının yanına parantez açıldığında ne yazılıyorsa, bugün de aynısının yazılması gerektiği üzerine bir kararımız vardı. İkincisi, Beşiktaş’ı kişisel servete muhtaç bırakmayacak bir yapı oturtma zorunluluğu vardı. Yarın, öbür gün kim başkan ya da yönetici olursa olsun şahsi servetlerine endeksli bir kulüp yönetimi veya bir Beşiktaş algısı oluşmasın idi önceliğimiz. Üçüncüsü de, bu yangını söndürmek... Son dokuz ay, hakikaten bu mücadeleyle, yangını söndürmeye çalışmakla geçti. Ama o günlerde bir saatlik veya yarım günlük kadar önümüzü görüyorduk. Sonra bu bir güne, bir haftaya çıktı. Şimdi aylar sonrasını görüp planlama kabiliyetine sahibiz. Biz bunun böyle olacağını zaten biliyorduk. Kendimize de, Beşiktaş’ın ismine de güveniyorduk ve daha da iyi olacağına inanıyoruz.

Sözünü ettiğiniz bu önceliklerle ilgili ve yangının daha da büyümemesi adına nasıl çalışmalar yaptınız?

Çağdaş yönetim anlayışının ilkelerini yerleştirmeye çalıştık ve bu konuda daha çok yol almamız gerekiyor. Mevcut düzen içerisinde bazı konulara ilişkin çarkların işlememesi, sistem içerisinde doğru kararı yaratacak optimum çözüm yolları üretim mecralarının işletilmesi ile yetki ve sorumluluk paylaşımı konuları üzerine daha çok eğilmemiz gerekiyor. Mali anlamda, Beşiktaş’ın borç rakamı herkesin malumu. Dünyanın en güçlü bankası da olsa, o bankada mevduatı olanlar aynı gün, aynı saatte o bankanın kapısını çalsa, “Paramı geri istiyorum” dese, o banka batar. Yani hiçbir formül, o şirketi kurtaramaz. Göreve geldiğimizden bu yana, sanki beraberimizde para basma makinası getirmişiz gibi, alacaklılar tarafından ciddi bir taleple karşı karşıya kaldık. Tabii ki bu taleplerin hepsini yerine getiremedik. Bazılarını yapılandırdık, bazılarının bir bölümünü ödedik. Tabii bir taraftan da Beşiktaş’ın ilerlemesi gerekiyor, günlük işler devam ediyor, yeni borçlar ortaya çıkıyor. Çünkü gelir anlamında musluğu açtığımız zaman bir damla bile gelirin olmadığını gördük. Ertesi gün yaşayacağımız krizi düşünmeden, o günü kurtarmakla uğraştık. Ta ki, Ekim-Kasım ayı sonuna kadar... Bir de düşündüğümüz mali projeleri, ilk günden itibaren aklımızdaki ajandaya göre uygulamaya başladık. Fakat kredi konusunu gerçekleştirmek uzun süre aldı. Çünkü Beşiktaş’ın maalesef, piyasada bırakmış olduğu izlenim, güven verici bir izlenim değildi. Bu olumsuzluk, bizim kredi görüşmelerimize de yansıdı. Ancak Aralık ayı itibariyle konsorsiyum bankası olan DenizBank ve Şekerbank ile aynı zamanda dışarıdan Ziraat Bankası ile bir kredi anlaşması imzaladık. Bu mali projelerimizden bir tanesiydi. DenizBank ve Şekerbank ile 30 milyon dolar, Ziraat Bankası ile de 10 milyon TL karşılığında kredi anlaşması imzaladık.

Burada çok önemli bir nokta var; belki de ilk defa -ki bizim hedefimiz buydu- hiçbir kişinin şahsi kefaleti, teminatı, garantisi, taahhüdü olmaksızın, sadece ve sadece Beşiktaş’ın kendi kaynaklarıyla, projeleriyle, ileriye dönük bütçesi ve tahminleriyle bu kredi alınmıştır. 2010 yılında alınan 75 milyon dolarlık kredinin şartlarından daha iyi şartlardadır. Bu kredi 10 yıllıktır. Belki de spor kulüpleri içerisinde bu kadar uzun vadeli kredi alan ilk kulüp Beşiktaş’tır. Bu aslında bankaların ve piyasaların Beşiktaş’a olan güveninin eski seviyelere doğru yükseldiğinin göstergelerinden bir tanesidir. Bundan sonra ikinci, üçüncü ve diğer mali projelerimiz gelecek. Sırası geldikçe onları da konuşuruz.

Ayrıca biliyorsunuz, 2012’nin birinci döneminde brüt kar ve faaliyet karı söz konusu oldu. 2011’in birinci döneminde 20 milyon TL brüt zarar, 29 milyon TL faaliyet zararı vardı. Biz bunu 3.6 milyon TL brüt kar ve 1.7 milyon da faaliyet karına çevirdik. Bu çok önemli bir gelişmedir... 2012’nin ikinci döneminde de aynı tutarlılık devam etsin istiyoruz, edecektir de... Kasım sonu itibariyle halen rakamlar ilan edilmedi ama ben olumlu sonuçlar bekliyorum.


Hayalinizdeki Beşiktaş’a ne kadar yakınız, ne kadar uzağız?

Süre olarak şimdilik bir şey söylemek mümkün değil. Ama hayalimizdeki Beşiktaş’ın ne olduğunu, hedefimizi biliyoruz. Her branşta birinciliğe oynayan, denk bütçeli, gelir-gider dengesinde gelir fazlası olan, devamlı yatırım yapan, geleceğini garantiye almış ve futbolda da Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırmış bir Beşiktaş düşünüyorum. Bunu iki buçuk yıl önce yine Beşiktaş arkadaş ortamı içerisinde söylemiştim, birkaç arkadaşım gülmüştü ve onlara “Nasıl gülebilirsiniz” şeklinde bir bakış sarf etmiştim. Ama bunlar hayal değil. Bunları başaranlar uzaydan gelmediler. Neleri yapacağımızı bilirken aynı zamanda da neleri yapmayacağımızı biliyoruz. Beşiktaş, hiç kimsenin ya da grubun himayesine girmeyecektir. Ne kadar borcu olursa olsun, ne kadar zor durumda olursa olsun Beşiktaş kendi kendine ayağa kalkacak güçtedir ve bunu başaracaktır. Hedefe bu koşullarda ulaşacaktır. Bunu tarihi bir misyon olarak düşünüyoruz ve bizden sonra gelecek yönetimlere miras olarak bırakmak istiyoruz. Bunu hep söylüyorum; aklımızın ve vicdanımızın kabul etmediği hiçbir şeyi yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız. Başarı azmi ve hırsı içindeyiz. Ancak kararlarımıza bu azim ve hırsın gölge düşürmesine izin vermiyoruz, bundan sonra da vermeyeceğiz.

Aynı zamanda bir diğer önemli ve merak edilen konu, kulübün geçmişine yönelik yapılan mali denetim. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Göreve geldiğimiz ilk günden bu yana Beşiktaş Yönetim Kurulu’nun ve aynı zamanda da camiamızın ortak isteği olan, geçmiş dönemlerin denetlenmesi hususunu başlattık. Sekiz yıllık bir dönemi öngördük. Toplamda 298 binin üzerinde fişin ve 4 bin 500’ün üzerinde klasörün incelemesi biraz uzun sürdü. Raporlar tamamlandı. Şimdi bu raporların hukuki değerlendirme sürecine geçtik. Dört ana başlıkta bu hukuki süreç devam ediyor; Türk Ticaret Kanunu, Dernekler Yasası, Vergi Hukuku, Ceza Yasası anlamında. Bunlardan birkaçı tamamlandı. Sanıyorum, Şubat’ın ortalarına doğru diğer eksik olanlar da tamamlanacak ve konu Şubat ayı içerisinde yönetim kurulumuzda değerlendirilip, tartışılacak. Mali genel kurula kadar, bir tablo ortaya çıkar, zaten BJK Derneği, başkan ve yönetim kurulu bu konuyu çok yakından takip ediyor.

Sizce bu son 10 aylık süreçte camiamız nasıl bir sınav verdi ve bundan sonra neler yapmalı?

Göreve geldiğimizin ilk aylarında camianın farkındalığını artırmaya çalıştık. Resmin ne olduğunu ortaya çıkarmaya çalıştık. Farkındalık arttıkça bu yolda ilerlemenin, olumsuzlukları paylaşarak anlayışın artacağını ve birlik ruhunun yeniden doğacağını bilerek başarının gelmesine yardımcı olacağını düşündük. İlk olarak “Feda” söz konusu oldu ve bu projenin camiaya çok olumlu etkileri olduğu kanaatindeyim. Aslında aklımızda ve planlarımız içerisinde Feda projesinin birçok amacı vardı. Feda’nın çağrıştırdığı çok anlam var, bir anlamı da birlik olmak. Birlik olmak gerektiği hususunu, bir kelime altında toplamak gerekirdi önce. Beşiktaş Camiası için birlik olmak çok önemli. Biz bugün gerek başkan gerek yönetim kurulu, bir konuda elimizi kaldırdığımız zaman kaç kişi toplayacağımız önemli. Hangi konu olursa olsun... Bin mi, on bin mi, yüz bin mi, bir milyon kişi mi?... İnönü Stadı’na 110. yılımızda kazma vuracağız, oradaki organizasyona katılımdan tutun, bir haksızlığa kaç kişi birlikte karşı duracağımız önemli bir konu. “Kaç kişiyiz”in sayısını bilmemiz lazım. Camianın bir parçası olmak, evde oturup koltukta maç izleyerek olmamalı. Kongre üyesi olmak, kongrelere gelip katılmak, kongre üyesi olamıyorsanız kombine bilet almak, Kartal Yuvası mağazalarından alışveriş yapmak, bir şekilde bu dairenin içerisine girebilmek gerekiyor. Bu birlik olmanın temellerini teşkil ediyor.

Peki iş hayatı ve Beşiktaş dışında kalan zamanlarında Berk Hacıgüzeller ne yapar ya da böyle bir zamanınız var mı?

Özel hayat diye bir şey kalmadı ama hobilerim var ya da vardı; spor yapmak -atıcılık ve boksla ilgileniyorum-, müzik dinlemek -her türlü müzik diyebilirim metal ve alternatif müzik türleri hariç-, kitap okumak -anı ve tarih kitapları- önceliklidir. Şiir severim. Aslında bu aşamada, eşim ve kızıma teşekkür etmem lazım. Gerçekten fedakar bir şekilde, son dokuz ayda yüzümü pek göremediler. Hatta geçenlerde erken uyuduğu için üç gün üst üste kızımı göremedim, dördüncü gün “Aaa baba bugün de gelmeyeceksin sandım. Yemeği beraber yiyoruz, hayret” dedi. Akşamları saat 10.00’dan, 11.00’den önce eev gittiğim olmuyor. Eve gitsem bile, evde yine gerek kendi işim gerekse kulüp işleriyle uğraşıyorum. Arkadaşlarım da görüşemediğimiz için epey kızıyorlar. Ben Beşiktaş yöneticiliğini geçici bir kamu hizmeti olarak görüyorum. Bir amatör ruh içerisinde, bu işleri çöze çöze ilerleyip, sorunlardan hep birlikte tek tek kurtulmak lazım. Bunu da birileri mutlaka yapacak. Aynı zamanda, taraftar anlayışı içerisinde, amatör bir ruhla ve bir beklenti olmadan bu işleri yapmak, hedefe doğru başarıyla ilerliyor olmak aslında büyük bir manevi haz da veriyor. Asıl önemli olan, insanın başarı için çalışması, üstlendiği görev ve sorumluluğu tüm gayretiyle ve başarıyla tamamlamasıdır.

Teşekkür ederim.

Karakartal'a devam... Karakartal Mobil Uygulamaları