"Başarıyı tek başına sahiplenemem"

Çalıştırıcımız Carlos Carvalhal Beşiktaş'mızdan Türkiye'ye bakış açısına kadar bir çok önemli konuda açıklama yaptı.

Önce müzik okuluna gitti, sonra felsefe okudu. Ama hayatının futbolla geçeceğini biliyordu. Carlos Carvalhal, futbol dünyasının “okuyan” adamlarından. Yalnızca uygulayarak değil, okuyarak da öğrenenlerden. Çok çalışkan. Belki de bu yüzden çelebi, bu yüzden emeği şöhretin önüne koymuyor, “Bu formayı hak etmen gerek” şiarını benimsiyor. Ve bu yüzden çok seviliyor.

Teknik direktörlüğünü öven de var yeren de. Ama hangi takımın taraftarı olursa olsun, futbolla ilişkisi olan herkes onu seviyor. Hatta Ekşi Sözlük’te Fenerbahçeli olduğunu beyan edip “Carvalhal babam olsun istiyorum” diyen bile var.

Gönülleri fethetmesinde Türkçe konuşmak için çabalamasının da etkisi büyük; tabii bir de Beşiktaş gol atınca sevincini hiç esirgememesinin... Futbol bilgisini, taktiklerini, doğrusunu-yanlışını ehil kalemlere bırakıyorum. Ben Carlos Carvahal’le kendisini konuştum.

“İşim yoksa bir şapka takıyorum, Sultanahmet’te geziyorum”

 
* Sizinle ilgili internette çok yorum okudum. Kimi başarılı buluyor kimi bulmuyor, ama tamamı “iyi adam” diyor. Sizin için iyi bir adam olmak mı öncelikli, iyi bir teknik direktör olmak mı?


Benim için her şeyin önünde ne gelir biliyor musun? Kim olduğun.

* O halde siz kimsiniz? Kendinizi nasıl tarif edersiniz?

Beni tanıyanlar ne kadar sade biri olduğumu bilirler. Hatta annem devamlı söyler bunu. Bu benim hayat felsefem; yapmak istediklerimi yapıyorum, hayallerim de, yaptıklarım da aslında yalın şeyler. Mesela en hoşlandığım şeylerden biri bisiklete binmek ya da şehirde yürümek. Fazlası değil...

* Hırslı biri misiniz?


Yaptığım işi büyük bir tutkuyla yapıyorum. Hayatımın yüzde 70’i bu iş. Hayatımın motivasyonu burada.

* Beşiktaş’ın şu anki durumuna bakınca “Başarılıyım” diyor musunuz?

Ortada bir başarı varsa bütün takımındır. Tek başına ben üstlenemem. Tabii kendime saygım var; çok iyi hazırlanıyorum. Çok çalışıyorum. Gerçekten çok. Biliyorum herkes benden baş kahraman olmamı bekliyor ama ben takımın bir parçasıyım. Hepsi bu.

* Sizi siz yapan şeylerden biri de çalışkanlık mı?

Futbola Braga’da 10 yaşında başladım. 13 yaşında milli takımda oynuyordum. Antrenmanlar yüzünden dersleri kaçırırdım ama yanıma kitapları alır, aralarda ders çalışırdım. Kimse de anlamazdı tabii, deli sanırlardı. Ders çalışan tek kişi bendim!

* Siz futbolun okulunu da okuyanlardansınız. Sahada öğrendikleriniz size yetmedi mi?

Önce bir yıl felsefe okudum. Ama matematikle derdim vardı. Ayrıldım ve spor akademisine gittim. Çünkü geleceğimi bir teknik direktör olarak kurmaya karar vermiştim. Bitirme tezimi futbolcuların rejenerasyonu üzerine yazdım, hatta kitap olarak basıldı.

* Neden felsefe okumaya başlamıştınız?

Felsefeyi çok seviyorum çünkü. Ailem alt orta sınıftan. Annem beni önce müzik okuluna gönderdi. Eğitimi çok iyiydi ve zengin çocukları gidiyordu. Sanırım bir tanıdık bulmuştu orada. Her dersim çok iyiydi, müzik hariç! Ksilofon, piyano, flüt... Hepsini denedim ama çok yeteneksizdim.

* Futbol hayatınıza ne zaman girdi?


“Futbolcu ve spor hocası olacağım” cümlesini kurduğumda 6 yaşındaydım. Ve hayatım boyunca da hayalimin peşinden gittim.

* Rol modeliniz kimdi?


Büyükannem. Büyükannem ben buraya gelmeden, 94 yaşında öldü. Cenaze töreninde bir konuşma yaptım, onun nasıl güçlü bir kadın olduğunu anlattım. Büyük zorluklardan geçmesine rağmen hep pozitif ve mutluydu.

* Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?


İki tutkumun arasında: Okumak ve futbol. Babam boya malzemeleri satardı, bütün hafta evde olmazdı. Annem ve kız kardeşimle yalnız olurduk. Evden sabahın yedisinde çıkar okula giderdim. Dersten çıkar çıkmaz da antrenmana. Eve gelmem gece yarısını bulurdu. Size anlatacak disko hikayelerim yok. Gerçi hâlâ yok... Bara giderim ama diskoya hayır.

 “Maç bitiyor, eve gidip rakiplerin maçlarını seyrediyorum”

* Buraya emaneten bir görevle, geçici teknik direktör olarak gelmeye nasıl ikna oldunuz?


Çünkü gerçekçiyim. Üç yıllık sözleşmem olsa üç yıl kalacağımın garantisi var mı? Bu da hayat felsefesi, günü yaşıyorum. Eğer istediğim şeyi yaparsam, ki bu futbol, mutlu oluyorum. Bir gün için bile olsa. Böyle bir teklif geldiğinde, ne kadar isterseniz o kadar kalırım dedim. Bir gün, bir ay, bir yıl... İşimi yapıyorum.

* Artık geçici olmadığınızı hissettiğiniz an hangisiydi?

Öyle bir an oldu diyemem. Çünkü geçici bir ruh haliyle de çalışmadım. Belki benim yerimde başkası olsa gergin olurdu, tepki gösterebilirdi. Ama ben oyunun kurallarını anlıyorum. Tayfur hapisten çıkınca ona görevi teslim edecektim. Yönetim bana sezon sonuna kadar devam dediğinde bunu da gayet doğal karşıladım.

Bu haber üzerine şampanya patlatmış değilim. Gitmek zorunda kalsaydım da ağlamayacaktım.

* Burada en mutlu anınız hangisiydi?

Etrafımdakilerin mutlu olduğunu görmek beni mutlu ediyor. Sana komik bir şey anlatayım mı? Stoke City’yi yendik ve herkes acayip sevindi. Ama ben niye bu kadar sevindiklerini anlamadım. Ertesi gün Portekizli bir gazeteci bana dedi ki, “İlk kez bir Türk takımını grup lideri olarak üst tura çıkarmak nasıl bir his?” O anda anladım o sevincin nedenini. Bilmiyordum ki...

* Gollerdeki sevinciniz artık meşhur oldu. Maç sırasında size ne oluyor?

Dert etmiyorum ama madem sordunuz, bu konuda bir şey söylemem lazım. Kimileri beni bu konuda eleştiriyor. Ne yapıyorsam içimden geldiği için yapıyorum. Beni tanıyanlar bilir, ne hissediyorsam yüzümdedir. Gol attıklarında seviniyorum, gevşediklerinde de onları motive etmek için elimden geleni yapıyorum.

* Maçlardan sonra ne yapıyorsunuz?

Bir hoca olarak bir maçtan zevk almam çok çok zor. Oyundan sonra o kadar yoruluyorum ki, oynadığım zamanlarda bile bu kadar yorulmazdım. Galibiyetlerden sonra herkes kutlamaya gitmek isterken ben sadece eve gitmeyi hayal ediyorum. Eve gideyim ve kanepeye uzanayım.

* Kanepeye uzanmak film seyretmek mi sizin için, bir şeyler okumak mı yoksa sadece tavana bakmak mı?


İtiraf edeyim yine maç seyretmek. Bir sonraki rakibin maçlarını seyrediyorum. Bazen 45 dakikada uykum geliyor. Sonra gecenin bir saati uyanıp iPad’imden seyretmeye devam ediyorum.

“Gelmeden önce Çarşı hakkında bir sürü şey okudum”

* Beşiktaş taraftarıyla aranız nasıl?

Mükemmel. Takımı nasıl desteklediklerini gördüm, bana kalırsa dünyanın en iyi taraftarı. Bu takımı çalıştırdığım için söylemiyorum.

* Niye söylüyorsunuz o halde?

Çünkü muhteşem bir dayanışmaları var. Buraya gelmeden önce de Çarşı hakkında bir sürü şey okumuştum. Dünyada böyle bir taraftar grubu yok. O ruhu anlıyorum, empati kurmam o kadar kolay ki.

* Gelmeden önce Türkiye’deki futbol hayatıyla ilgili neler duymuştunuz?

Futbol değil ama genel olarak, Türkiye Portekiz’le aynı sorunu paylaşıyor. Dışarıdan göründüğüyle gerçeği arasında dağlar kadar fark var. İnsanlar burada herkes burka giyiyor, ülke de Arabistan gibi sanıyorlar.

* Siz de gelmeden önce böyle düşünüyor muydunuz?

Hayır. Futbolunu takip ettiğin zaman o kültürü de tanımış oluyorsun. Mesela Tunus’a hiç gitmedim ama tanıyorum çünkü futbolunu izliyorum.

 “Karım benim ilk aşkım, 15 yaşından beri birlikteyiz”


* Aileniz hâlâ Braga’da mı?

Evet. Karım, 18 yaşındaki kızım ve 14 yaşındaki oğlum oradalar.

* Karınızla nasıl tanıştınız?

Okulda. Ben 15 yaşındaydım, o 14. İlk aşk. 20 yıldır evliyiz, 30 yıldır da birlikteyiz.

* Aileniz İstanbul’a taşınmadı. Geçici bir göreve geldiğiniz için mi?


Hayır. Sadece bu yıl değil, 8-9 yıldır oradan oraya gidiyorum. Benimle gelmeyi hiç istemediler. Buradaki ritmimi dengelemem lazım. Bir maç bittiği anda kafamda diğerine çalışmaya başlıyorum. Zaten kızımın da oğlumun da sevgilileri var, kıpırdamak bile istemiyorlar.

* Sizi ziyarete geldiler mi?

Sadece karım geldi.

* Çalışmadığınız zamanlarda ne yapıyorsunuz?


Çalışmadığım zaman neredeyse hiç olmuyor. Ancak birkaç saat. Sokaklarda geziyorum. Başıma bir şapka takıyorum; metroya, vapura, otobüse biniyorum. Sultanahmet’e gidip dolaşıyorum. En çok yürüyorum galiba.

* Hep yalnız mı dolaşıyorsunuz, hiç arkadaşınız yok mu?


Çoğunlukla yalnızım.

* Yemeğe meraklı olduğunuzu duydum. Hatta sırf balık yemeye Şile’ye gidiyormuşsunuz.

Yemeği de seviyorum, buradaki sunuluşuna da bayılıyorum. Pazarlar o kadar güzel ki. Gidip balıkçıları seyrediyorum. Favorim çorba. Her türü. Daha üç kaseden az içtiğim olmadı. Bir de yeni bir tatlı keşfettim. Künefe... Uf! O nedir?

“Türkçe dersleri almaya başladığımda daha Beşiktaş’tan teklif gelmemişti”


* Türkçe biliyorsunuz galiba... Türkçeyi burada mı öğrendiniz, Portekiz’de mi başladınız?

Portekiz’de. Hem de gelmeden bir yıl önce.

* Nasıl?

Portekiz’de sözleşmem bitmişti. O sırada hiçbir şey yapmıyordum. Gidip İngilizcemi ilerletmeye karar verdim ve üniversitede derse yazıldım. Tam o sırada Türkiye’den bir takım bana teklif getirdi.

* Hangisi?

Söylemeyeyim. Bir baktım ligde sonlarda bir takım. Kabul etmedim. Hemen arkasından yine Türkiye’den bir takımdan daha teklif geldi, daha orta karar bir takımdı. Onu da reddettim. Ama bir haftada Türkiye’den iki teklif gelince Türkçe öğrensem iyi olacak dedim. Üniversitede gittiğim kursta yalnızca üç kişi vardı, ama en az beş kişi gerekiyordu. Ben de hocayı buldum ve çalışmaya başladık.

Bu arada Beşiktaş gündemde miydi?

Hayır hayır. Hatta Türkçe konuşayım diye geçen yıl İstanbul’a geldim. Gelmişken iki de maç seyrettim. Galatasaray-Beşiktaş ve İstanbul Belediye-Fenerbahçe. Sonra da ailemle Antalya’da tatil yaptık ve döndük. Sonrasını biliyorsunuz...
Karakartal'a devam... Karakartal Mobil Uygulamaları